Fatma Garan Diyarbakır efsanelerinden örnekler: Şubat Karısı “Şubat ayında evde biri ismini çağırır ve kalkıp kapıyı açtığında şubat diye bilinen cinler ev halkından birini özellikle de yeni doğum yapmış lohusa kadınları, küçük çocukları veya genç kızlardan birini alıp boğmak için götürürlermiş. Hatta, Şubat küçük çocukları kaçırmasın diye evin kapıları kilitlenirmiş. Şubat ayı Diyarbakır’da uğursuz bir ay olarak düşünülürmüş. Bu ayda uyuyan insanların üstüne cin çöker nefeslerini kesermiş. Ayrıca geceleri , Şubat karısı denen cin gelerek insanları çağırıp , uzaklara götürür ve sonra da ya bir uçuruma , ya da bir akarsuya atarak öldürürmüş. Alipaşa mahallesinde yeni evlenen bir gelin varmış. Şubat ayında gece gelini , kapıya gelip çağırmışlar. Gelin kapıya çıkınca onu alıp Yedi Kardeş Burcunun içine götürmüşler. Diyarbakır’da o zamanlar kaçak tütün kontrolü için ellerinde fint dedikleri büyük mumlarla kolcular devriye gezermiş. Kolcular devriye gezerken bir de bakmışlar ki başında duvağıyla bir gelin , şaşkınlık içinde bakarken içlerinden biri gelini tanımış ve Şubat’ın gelini kaçırdıgını anlamış. Gelini alıp hemen eve götürmüşler. Kapıyı çalmışlar , gelinin kayınvalidesi açmış kapıyı. Şubat’ın gelinini götürdügünden habersiz kadına kolcular, “gözün kör ola sen yatarken gelinini Şubat götürmüş” demişler. Kayınvalide üzüntüden dizlerine vura vura gelini eve almış fakat, nafile yeni gelin korkudan çok yaşamamış ve 3 gün sonra ölmüş.” (Çavlı 2010). Kapoz “Kapoz, Diyarbakır’da eskilerin de anlattığı bir varlıktır. Geceleri uykudayken insanın üzerine çöktüğünde ağırlığından kımıldanmazmış ve insanın kanı çekilirmiş. Yalnız kapozun burnu omadığı için insanları boğamazmış.” (Tutka 2009). Til Alo “Ne zamandır köyün ağası hacca gitmeye niyetlenmiş ama kısmet henüz görünmüştür. Köyünü, evini, çoluk çocuğunu bırakacak, aylarca sürecek bir hac yolculuğuna çıkacaktır. Til Alo, evin artık bir ferdidir, dürüsttür, namusludur ve dindardır. Ağa, çağırır kendisini : “Alo ben hacca gidiyorum, evim, çocuklarım ve köyüm Allah’a sonra sana emanet’’ der ve yolculuğa çıkar. Hacıların Arafata çıkacakları gün yaklaşmıştır. Evin hanımı da evde sac ekmeği yapmış yanda da peynir helvası pişirmekte ve kendi kendine: “Ağa bunları ne kadar çok sevidi, olsa da yese idi’’ diye konuşur, konuşmasını Alo’nun dinlediğini de fark etmez. Alo hanımının bu sözlerini duyar duymaz hanımına der ki: “hanımım, sen o ekmekten ve helvadan bir tepsiye bırak da ben ağama yetiştireyim’’ der, hanım içinden : “Zavallı canı çekti her halde istemeye de utandı, olsun bir tepsiye bir miktar bırakayım da yesin garibim’’ der ve tepsiye yeteri kadar sac ekmeği ve yanına sıcak helvadan bırakarak Alo’ya verir. Ağa Arafat dağına çıkmıştır, hacılığın en büyük şartıdır bu dağa çıkmak. Bir de ne görsün? Alo yanında ve bir tepsi elinde “Hanımım gönderdi’’ der ve gözden kaybolur… Ağa getirdiklerini yer ve tepsiyi saklar. Hacılar dönmüştür ve ağa da evine gelmiştir. Bütün köylü ağayı ziyarete gelmişlerdir ama birisine elini öptürmeye izin vermez, bir köşede duran Alo’yu göstererek: “Gidin onun ellerini öpüp, duasını alınız’’ der ve olayı anlatır. Köylü Alo’ya yönelince Alo kaçar ve köyün yakınındaki tepeye çıkarken: “Allah’ım beni bunlardan gizle’’ diye dua eder ve o tepenin içinde kaybolur, tıpkı “Eshab-ı Kehfin’’ mağarada kayboluşları gibi. Bu bir efsanedir ve nesilden nesile anlatılır… Şimdi Silvan yolu üzerinde hemen görünür o tepe ve oradan geçenler Til Alo’yu anmadan geçemezler.” (M. Mergen 2011
Editör: TE Bilisim