Ekrem Sunar İktidar ve muhalefet çevrelerinin birbirlerini yaralayıcı ithamlarda bulunması toplumun ‘barış ve huzur’ umudunu, daha uzun süre ‘çıkmaz sokakta’ bekletecek bir görünüm sergiliyor. Karşımızda kökleşmiş bir siyasî kültür ve toplumsal gelenek mevcut. Bunun sonucu olarak geçmişten gelen ve toplumun hafızasında yer edinmiş bazı söz ve davranışlar ile bunlara dayalı bir tehdit algısı söz konusudur. Bu algılar yanı sıra geçmişle ‘yüzleşme’ ve ‘hesaplaşma’ yapılması, geçmişin toplum üzerinde yarattığı travmaların zihinlerden sökülüp atılması gerektiği gibi gerçeklerle yüz yüze bulunuyoruz. Tüm bu gerçekler ortada bulunurken, tarafların birbirlerine yönelttiği eleştiriler, çözüm sürecine açık kapı bırakmıyor. Toplumu rahatlatacak ayaklar zıt istikametlere doğru çekiliyor. Beden bir bütün olarak hareket etmediği için tedavisi mümkün olmayan kaçınılmaz kopmaların yaşanmasından endişe duyuluyor. İktidar ve muhalefetin özellikle referandum sonrası oluşan gündemlerle giderek eleştiri dozunu aşan çok ağır sözlerle birbirine saldırmalarını kamuoyu ibretle izliyor. Lider arasındaki eleştiri düellosunda sonucun nereye ulaşacağı merakından çok endişeye dönüşmüş durumda. Oysa Türkiye’nin mevcut Ulasal ve bölgesel ihtilaflar dünyasında en fazla gereksinim duyduğu şey, taraflar arasında bir asgari müşterek zemini oluşturarak, gündemdeki sorunlara makul çözüm modelleri üzerinde aklıselim konuşup tartışabilmektir. Amaç ülkenin bütünlüğü ve dirliği korunarak, barış ve güvenlik içinde birlikte varlığımızı sürdürmek ise, riskli de olsa bazı dönüşümlere zemin hazırlamak, siyasetin esas görevini oluşturmalıdır. Bilinmelidir ki, üstesinden gelinebilecek bazı riskler göze alınmadan hiçbir büyük iş başarılamaz. Kaldı ki, muhalefet liderleri ve iktidar temsilcilerinin birbirleri hakkında sarf ettikleri sözler bir yere not edilecek olsa, bunların asla birbirlerinin yüzüne bakacak durumda olmadıkları anlaşılır. Hakaretlere varan karşılıklı sataşmalar devam ettiği sürece tarafların toplumun umut bağladığı çözüm sürecine iyi niyetle yaklaşacaklarını düşünmek iyimserlik olur. İzledikleri siyaset, karşılıklı söylemleri kaldırıyor ise o zaman bazı insanların sarf ettikleri sözleri nedeniyle cezalandırılmamaları gerekir. Geleneksel söylemlerle halkın coşturulması, ağır ithamlarla aşağılanan karşı cephe siyasetçisi aleyhinde tezahüratta bulunulması eğer siyasî başarı olarak değerlendiriliyorsa bilinmelidir ki, bu bir aldatma ve aldanmadan başka bir şey değildir. Bu ülkenin vatandaşı olan, iyi ve kötü zamanlarında vatandaşlık görevini yerine getiren milyonlarca insan eğer kendilerini bir dil marifetiyle tanımlıyor, Kürt kimliğini önemsiyorsa, iyi bir siyasetin görevi de, ülke bütünlüğüne zarar vermediği müddetçe, buna engel olmak değil, aksine bu kesimi memnun etmek olmalıdır. Türkiye eğer kendi öz kaynaklarıyla, kültürel ve toplumsal birikimiyle etkin bir siyaset geliştiremezse, küresel siyasetin akışına kapılabilir. Bölgede Kürtlerin varlığını istismar edecek bu küresel siyaseti en iyi dengeleyecek ülke Türkiye'dir. Yok, eğer bu süreç, çözüm değil de zaman kazanma süreciyse, o zaman ‘küresel siyasetin devreye girmesi’ kaçınılmazdır. Bunun iyice anlaşılması lâzım.
Editör: TE Bilisim