Irak ve İran’ı Akdeniz ile Karadeniz’e bağlayan yolların kavşağında kurulan Diyarbakır’ın, milâttan önce 2300 ila 3000 yılından beri bir yerleşim merkezi olduğu, kalesinin bir kısmının milâttan önce IV. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Şehrin XVI. yüzyılda doğuda Van-İran, güneydoğuda Mardin-Musul-Bağdat, güneybatıda Siverek-Urfa-Halep, kuzeybatıda Malatya-Sivas karayollarının merkezi durumundaki konumu, buraya ticarî bir önem ve iktisadî bir güç kazandırmıştır. Buradan geçen transit mallar arasında siyah ve beyaz esirler, İran (Yezd), Avrupa (Frengî), Rum (Anadolu) kumaşları, ipekliler, demir ve benzeri madenî eşyalar, baharat ve sabun, çeşitli yiyecek maddeleri önemli bir yer tutuyordu. Bunların her birinden alınacak vergiler kanunnamelerde belirtilmiştir. Transit mallardan bazen Van’da bac (gümrük) alınması Amid hazinesinin zararına olduğundan şikâyetlere yol açmış, önlenmesi istenmiştir. Aslında Diyarbakır, tipik bir Osmanlı şehri olmakla beraber sahip olduğu coğrafyadan kaynaklanan bir takım farklı özellikler de taşımaktadır. Tarihsel gelişim sürecinde, stratejik önemini her zaman korumuştur. Bizans-İran, Bizans-Selçuklu, Osmanlı-İran, Rus-Osmanlı ve günümüze kadar ulaşan jeostratejik konumundan dolayı her zaman hesaba katılmıştır. Üstün savunma özelliklerine sahip olan 5.700 km. uzunluğundaki surları, nehir taşımacılığındaki hakimiyeti, ticaret yolları üzerinde buluşu, Diyarbakır'a, hem avantaj hem de dezavantaj sağlamıştır Diyarbakır, Birçok kültürel mirasa sahip olması, dinler ve dillerin çeşitliliği, eğitim, kültür ve ekonomik anlamda cazibe merkezi olma özelliğini her zaman muhafaza etmiştir. Diyarbakır, geçmişte olduğu gibi, Osmanlı döneminde de şehir ölçeğinde konumunu korumuş, Toplumsal hayatın renklerinden olan farklı din ve etnik gruplar, bu dönemde millet kavramı içerisinde ifadesini bulmuştur. Diyarbakır şehir yaşamına, kendilerine ait desenlerle katkıda bulunan bu farklı gruplar, geleneksel olarak ticaret ve zanaatta varlıklarını ifade etmenin yanında, Osmanlı'nın son dönemlerinde, özellikle Tanzimat ile başlayan süreçte; bürokrasi, sağlık, hukuk, eğitim gibi alanlarda da kendilerine yer edinmişlerdir. Anadolu insanının gerçekleştirmiş olduğu birlikte yaşama, cemaat iç işlerine müdahale etmeme, kabul edilmiştir. Osmanlı toplumsal yapısında, yerinden yönetim birimleri, olabildiğince özerk bir oluşuma sahipti. Ekonomik anlamda, yerleşik bir düzene sahip olmayan dönemlerde de, ortak ikamet alanlarını paylaşma durumu sınırlı olduğundan, daha homojen nüfus yapısının hakim olduğu dikkat çeker.
Editör: TE Bilisim