Şehirde Osmanlı ümerası tarafından yaptırılan cami, han ve benzeri eserlere fetihle birlikte olmasından anlaşılmaktadır.1613’te buraya gelen Polonyalı Simeon indiği Hasan Paşa Hanı’nı üç katlı, kâgir, 500 beygiri barındırabilecek iki ahırlı, şadırvanlı, pek çok odalı bir yapı olarak tarif eder. Bunun yanında Kuyumcular Hanı olduğunu, şehirde iki Ermeni kilisesi bulunduğunu, aşçı, kebapçı, ekmekçi, bakkal, kasap gibi esnafın çoğunu, hancıların, darphâne ve gümrük hizmetlerinde çalışanların önemli bir kısmını Ermeniler’in oluşturduğunu toplanarak eğlendiklerini yazar. Ayrıca bunların bir kısmının idarecilerin zoru ile kiliselere bağlandığını, bir kısmının da başka yerlere gö, Şemsîler’in de Mardin Kapısı’ndaki ibadethânelerinde cumartesi günleri ç ettiğini belirtir. Nitekim Şemsîler’in Süryânî kilisesine bağlandıklarını XVIII. yüzyıl sonlarında İnciciyan da doğrular. Simeon Diyarbekir’in meyvelerini, özellikle kavununu metheder, bunların İstanbul’a saraya gönderildiğini söyler. Evliya Çelebi, 1655-1656’da Âmid’in kırk yedisi müslüman, yedisi Ermeni elli dört mahallesi olduğunu belirtir; şehrin bir kısım camilerinden, mescidlerinden, medrese ve hanlarından bahseder. XVII. yüzyılın ilk yarısında yaptırılan Nasuh Paşa Camii ve ona bitişik medreseden (Servisehî Hatun), Kara Mustafa Paşa Camii’nden söz etmez. Onun bahsettiği Hüsreviye Medresesi, Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nın cami ile birlikte yaptırdığı, XVI. yüzyılda ünlü âlim ve tarihçi Muslihuddîn-i Lârî’nin de müderrislik yaptığı medresedir. Evliya Çelebi, Hasan Paşa Hanı’ndan başka Mardin Kapısı dibindeki Bezirgân Hanı’ndan, içerisinde pek çok esnafı barındıran 1008 dükkânlı bir bedestenden de bahseder. Bu yapı, harap olduğu için 1900 tarihlerinde Diyarbekir Valisi Hâlid Bey tarafından tamir ettirilen, 800 dükkânlı ve “çarşû-yı kebîr” diye tavsif edilen bina olmalıdır. Bezirgân Hanı da Hüsrev Paşa’nın 1527-1528’de yaptırdığı binadır. Şehirde Gülşenî ve Nakşibendî tarikatları yaygındır. Gülşenî tarikatının kurucusu İbrâhim’in babası Âmidli olup kendisi de bu şehir yakınlarında doğmuş, 1533’te vefat etmiştir. XVII. yüzyıl ortalarında Âmid’de 146 saray ve pek çok hamam bulunduğu da verilen bilgiler arasındadır. Diyarbekir’in tarım mahsulleri yanında kuyumculuğu, kılıç, bıçak, hançer işçiliği, kırmızı bezi, “gülşeftâlû” sahtiyanı da meşhurdu. Aynı tarihlerde Diyarbekir’e gelen Tavernier kırmızı marokenlerinden övgüyle söz eder. 1766’da Âmid’i ziyaret eden Carsten Niebuhr şehrin bir planını yapmıştır. Bu tarihte İçkale’deki Oğrun Kapı kapatılmış ve şehirde on altı minare sayılabilmiştir. Bunların çoğu yuvarlak, birkaçı dört köşelidir. Bundan da Osmanlı yapılarının çoğaldığı anlaşılabilir. Niebuhr, dokuz yıl kadar önce yani 1757’de şehirde büyük bir kıtlık olması yüzünden halkın ekserisinin başka yerlere göçtüğünden, şehirdeki evlerden 16.000’inin meskûn olduğundan, çoğunun da boş bulunduğundan bahseder. Caddeler taş kaplama ve temizdir. Şehirde Ermeniler, Ya‘kūbîler, yahudiler (çok az) olmakla beraber bunlar nüfusun ancak dörtte birini teşkil ederler. Şehrin surlarının batısında mezarlıklar ve yazın içlerinde kar saklanan yığınlar vardır.
Editör: TE Bilisim