Bu hafta geçmişten günümüze kadar uzanan iş ve işçilik kavramına değinmek istedim.

Bu kavramların temellinde İlk olarak işçi veya emekçi kavramlarının varlığı ve var olan kavramın anlaşılabilmesi için mülkiyetin yani mülk ile malik ilişkisinin özünü kavramak gerekiyor.

Terim anlamı olarak

İşçi: Türk Dil Kurumuna göre başkasının yararına beden gücünü, kafa gücünü ya da el becerisini kullanan ve ücretle çalışan kimsedir.

En başta altını çizdiğimiz mülkiyet kavramı

Avcı toplayıcı yaşamdan sanayi devrimine ve günümüze kadar devam edegelen,

zaman içerisinde yapılan hatalardan ders çıkarılarak, öğrenilen tecrübeleri yasalara dönüştüren

çıkabilecek sorunları ön gören, gerekli veya gereksiz düzenlemelerle sürdürülmüştür.

Aslında kavramlara bakılınca basit ama uygulamaya geldiğinde karmaşık bir hal alabiliyor.

Asıl amaç: İşverenin ekonomik üstünlüğü sayesinde işçiyi dilediği ücretle çalışma koşullarını işçiye kabul ettirmesini önleyip sistemin dişlilerinin çalışmasını sağlamak adına bazı yasal düzenlemelerle hayatı daha anlamlı hale getirmeye yöneliktir.

Mevcut duruma bakıldığı zaman bu yasal düzenlemeler yetersiz gibi görünüyor.

Sanayi devriminden günümüze, gerek sendikalaşma ve sendikal haklar kavramı gerekse diğer ekonomik ve vicdani durumlar nedeniyle işçiler ve iş verenler diğer bir adı ile mülkiyet sahipleri olan malikler ve bu mülkiyet ile birlikte kendi yaşamını idame etmeye çalışan işçiler hak ve ödevlerini tam manası ile yerine getirememiştir.

Bunun sonucunda;

Ucuz işgücü, yoksulluk, eğitim imkânlarına erişimin kısıtlı hale gelmesi, göç, kültürel ve geleneksel yapının zamanla bozulması, çocuk işçiliği ve bunlara benzer sorunlar halen devam etmekte.

Bu noktada; hem işverenin hem de işçinin biri birlerine karşı haklarını korumak ve adil bir düzen içerisinde çalışmasını sağlamak adına atılması gereken en önemli adım sendikalaşmak olacaktır.

Siyasi görüş ve ideolojiden arınmış tamamen hak ve ödevlere göre adil bir sendikalaşama çalışmasına ve düzenlemesine ihtiyaç duyulmaktadır.

Ülkemizde milyonlarca işçi yasalardaki eksiklikler nedeniyle sendikal haklara sahip olmadıklarından dolayı büyük zorluk ve sıkıntı içerisinde ayakta kalmaya çalışıyor.

Anadolu Ajansından okuduğum Bir yazıda Türkiye genelinde 16 milyon 163 bin 54 işçiden sadece 2 milyon 330 bin 98 kişinin herhangi bir işçi sendikasına üyeliği bulunuyor.

Bu sendikalı işçilerin 1 buçuk milyona yakını kamu işçisi olarak çalışıyor.

Geriye kalan yaklaşık 13 milyon işçinin hiç bir sendikal hakkının bulunmaması çok acı bir tablo olarak karşımıza çıkıyor.

Yani özetle 13 milyona yakın işçi güvencesiz ve haklı bile olsa hakkını savunamayacak durumda.

Bu mevcut durumda; işverenin ekonomik üstünlüğü sayesinde işçiyi dilediği ücretle çalışma koşullarını işçiye kabul ettirmesini ortaya çıkaran bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz.

Sonuç itibariyle hepimiz insanız ve hepimizin insanca yaşaması en doğal hakkımız.

Bir babayı, anneyi, kardeşi, çalışılması zor şartlarda çalıştırmak haklarını hiçe saymak ne kadar kabul edilemez ve vicdani açıdan kötü bir durum ise bu insanlara bu ortamı sağlayacak ve aynı zamanda işvereni ve işçiyi mağdur etmeyecek ortamı ve gerekli hak ve yasaları yürürlüğe koyamamak o derece önemlidir.

Siyasi düşünce ve ideolojiden uzak

Temel hakların ve yaşam koşullarının korunduğu

Nice güzel ve sağlıklı günlere...