Hunlar Ve Tanrı’nın Kırbacı Attila

Artık, kesenkes belli olmuştur ki, Türkler’in anayurdu Avrasya’dır… Yani Türkler, tarih boyunca hem Asya’da, hem de Avrupa’da yaşamışlardır. Anadolu’ya gelişleri ise, 1071’den çok daha önceleridir.
Bir yandan değerli bilim adamlarımız; öte yandan Türk dostu yabancı bilginler; tarihi belgelere ve yeni bulgulara dayanarak Sümerlerin de, Etrüsklerin de Türkler’in ataları olduklarını ortaya koyan yayınlar yapmışlardır. İyi niyetle yapılan, gerçekçi yayınlar arasında Macar bilim adamlarının eserleri, pek çok tarihi gerçeği de bilim dünyasının gözleri önüne sermiştir. Bunlardan birisi de Tarık Demirkan’ın çevirisiyle, Yapı Kredi Yayınları arasında, Türk Kütüphanesine kazandırılan Hunlar ve Tanrı’nın Kırbacı Attila adlı eserdir. Daha önce altını çizerek okuduğum bu eseri, kitaplığımda muhafaza ediyordum. Amacım, bu eseri kamuoyuna tanıtmaktı. Şimdi sırası geldi ve bir kez daha gözden geçirdiğim eserdeki, ilginç bilgileri aktarmak istiyorum. 
Ünlü Türkolog, Macar bilim adamı Gyula Nemeth’in yayına hazırladığı kitapta  tarih bilginleri Lajos Ligeti’nin, “Attila ve Hunlar’ın Tarihi Kökenleri” ve “Asya Hunları”; Peter Vaczy’nin, “Avrupa’da Hunlar”, “Batı Steplerinin Yeni Efendileri”, Avrupa’da İmparatorluğun Kurulması”, “Attila ve Hunlar”, “İmparatorluğun Çöküşü”; Sandor Eckhardt’ın, “Destanlardaki Attila”, “Gog ve Mogog’un Oğulları”, “Hunlar’ın Kimlikleri”, “Hunlar’ın Efsaneleri”, “Gog-Longobard Hikayeleri”, “Efsanelerdeki Attila”, “Germen Attila”, “Macar Efsanelerinde Attila” ve Gyula Nemeth’in, “Hunlar Hangi Dili Konuşurdu?”, “Hunlar ve Macarlar”’ başlıklı, son derece ilginç ve o derecede önemli makaleleri yer almaktadır. Bir anlamda makaleler toplusu olan eser, bir bütünlük arzetmekte, Attila ve Hun Türkleri, bütün yönleriyle gözler önüne serilmektedir. 
Görüleceği gibi, yazarların hepsi de Macar bilim adamlarıdır. Bu yönüyle eser, bizim açımızdan daha büyük önem taşımaktadır. Zira bizi biz değil, başkalarının yazmaları ve övmeleri önemlidir.
Söz konusu eseri bütünüyle ele alıp irdelemek, bu yazının sınırlarını zorlayacaktır. O nedenle, tam bir eleştiri yapmak yerine, Macar bilginlerin, Hunlar, Türkler ve Attila ile ilgili bazı tespitlerini aynen almak ve yorumu, okuyucuya bırakmak, daha iyi olacaktır, kanısındayız.  Öncelikle belirtmek isteriz ki; adı geçen bilim adamlarının hepsi de Macarlar’ın, Hunlar’ın devamı olduğunda hemfikirdirler. Bakınız Lajos Ligeti bu konuda ne diyor:
“Macarlar’ın ataları olan Hunlar, Macarların atalarının (Başkır-Başkurt’ların yani Pasukililerin) ataları olan Hiung-nu (Hun)’larla aynı halktırlar…Macarlar Hunların torunları, aynı zamanda Macarlar Başkurtların da  torunları ve öte yandan Başkurtlar ise Hunlar’ın torunları, yani Macar halkı, Hunların devamıdır.” 
Yani Hunlar Türk’lerle kardeştirler; ama bu gerçeği, bazı yabancı bilim adamları ve araştırmacılar inkar etmektedir. Oysa tarihin derinliklerinde yakın akrabalık bağımız olan Macarlar’ın yetiştirdikleri değerli bilim adamları, gerçeği vurgulamaktan çekinmemekte ve yazmaktadır:
“Attila halkının ve boyunun Türk olduğu gerçeği inkar edilemez. Burada çok sayıda Türk kökenli ad kanıt olarak gösterilebildiği gibi, Attila’nın ölümünden sonra egemen hanedan ailesinin erkeklerinin yönetiminde oluşturulan alt imparatorluklar tamamen saf Türk halkları içermekteydi.” 
1982 yılında Çin’e yaptığım ilk seyahatte, Çin Seddi’ni geçerken, seddin inşa nedenini sorduğumda, Çinli rehberim, “kuzeyden gelen düşmanlara karşı” diye cevaplamış; “kuzeydeki düşmanlarınız kimlerdi?”, diye sorduğumda da, sessiz kalmıştı. Oysa ben, gerçeği biliyordum ve Macar bilgin de bu gerçeğe parmak basmaktadır. L.Ligeti, Asya Hunları’nı anlatırken, Çin Seddinden de söz ediyor ve bu seddin neden inşa edildiğini Çin belgelerine dayanarak açıklıyor:
“Hun saldırılarının geldiği kuzey bölgelerinde ise surlar sağlamlaştırıldı. Takviye edildi ve eksik yerlere de yeni duvarlar çekildi. İşte böylece onbin mil uzunluğunda olduğu söylenen büyük Çin Seddi ortaya çıkmış oldu. Bu duvarın tek görevi, ülkeyi Hun saldırılarına karşı korumaktı… Bu dönemde Hunların hükümdarı, ya da kendi deyimleriyle şan-yüleri Teoman idi.. Teoman, Çinlilerin adını kaydettikleri ilk hükümdarlarıdır…Teoman yönetimindeki Hunlar…Sarı Nehri geçip, Ordos’u tekrar zaptettiler…” 
Yazar bundan sonra, Teoman’ın yerini Mete’nin almasıyla ilgili gelişmelere değinmekte ve o arada bazı Türk gelenek ve göreneklerinden örnekler vermekte; şunları yazmaktadır:
“Hun İmparatorluğunun en görkemli dönemi Mete dönemidir. M.Ö.177 yılında Hun imparatorluğunun sınırları doğuda Kore’ye kadar ulaşıyor, kuzeyde Kerulan, Tola, Selenga, Yenisey, İrtiş ve İsim nehirlerinin vadilerini kapsıyor, Batıda Balkaş gölünü aşıyor, neredeyse Aral’a erişiyor, güneyde Karakurum ve altın Dağı kapsıyor ve Çin bölgelerini de içeriyordu.” 
Peter Vaczy’ de Hunlar’ın Türk kökenli olduklarını vurgulamakta ve şöyle yazmaktadır:
“Hunlar Türk’tüler…Ama Türk olan sadece dış görünüşleri değildi, dilleri de Türk idi. Ama Hunların konuştuğu dil, Çuvaş-Bulgarların değil, Türk, Uygur ve Avarların kullandıkları dildi.”
Hunlar ve Attila, bugün bile Avrupa’da efsanelerle yaşatılmaktadır.
“Avrupa halklarının efsanelerinde ve masallarında da Hunlar’ ve Attila vardır. Bu efsaneler, halkın belleğinde öylesine yerleşmiştir ki, Attila adeta ilahlaştırılmıştır!... Bunlardan birisi de Attila’nın kılıcıdır. Bu nedenle; “Batı dünyası Attila’yı Tanrı’nın Kırbacı olarak niteler ve günah dünyasına kapılan Hıristiyanlığı cezalandırıp yola getirmek için Tanrı tarafından gönderildiğini söyler Got Tarihi adlı eseri yazan İzidor, Hunlar’ın, Tanrı tarafından, Avrupa’yı düzene sokmak için gönderilmiş olduklarını ima eden, şu görüşe yer vermektedir:
“Onlar, Tanrının gazabının oklarıdırlar ve Tanrı öfkesini ne zaman dile getirmek istese, bizi onlarla kırbaçlıyacaktır. Tanrının amacı, böylece insanoğlunu yola getirmek, günah işlemekten onu alıkoymak, bencilliğinden kurtarmak ve ebedi mutluluğu elde etmesini sağlamaktır. Çünkü bu halk öylesine dehşet vericidir ki, savaşta aç kaldığında, sırtında oturduğu atın damarlarını kesip, açlığını atının kanını içerek giderebilir…”
Ne yazık ki, Hun İmparatorluğu ve Attila için ülkemizde, ne roman, ne tiyatro eseri, ne sinema çalışması yapılmıştır!... Saçma-sapan bir TV dizisinin dışında Attila gerçeği, bir sanat eseri olarak Türk kamuoyuna yansımamıştır! Sıradan, sinema filmleri TV ekranlarına defalarca getirilirken, yabancıların yaptıkları Attila filmi ise, nedendir bilinmez, bir daha gösterilmemiştir.
Hun ve Attila tarihi, bizim, yani Milletimizin tarihidir. Bunun böyle olduğunu yabancılar dahi yazdıkları eserlerle ortaya koymuşlardır. Öyleyse, bütün Avrupa’ya egemen olan Büyük Hun İmparatorluğu ile O’nun efsanevi imparatoru Attila, artık, lâyıkı ile öğretilmeli ve Milletimize tanıtılmalıdır.