Nasreddin Hoca, Milletimizin ölümsüz kahramanlarından biridir. O’nun ne zaman doğup, ne zaman öldüğü, nerelerde yaşadığı, nerede öldüğü ve mezarının nerede bulunduğu kesin olarak bilinmiyor.
Eskişehirli yurttaşlarımızın çabalarıyla, bir doğum yeri belirlendi, orada yıllarca yapılan kültürel etkilerde, ben de çok zaman bulundum: kutlamalara, şölenlere katıldım; bilimsel düzenlemeler bildiriler sundum, konuşmalar yaptım. Onunla ilgili çok sayıdaki gazete ve dergi yazılarımdan başka kitaplar da yayımladım. Hatta Hocamız Dünyada nasıl tanınıyor, yad’ellerde onun hakkında neler yazıldı gibi sorulara yanıtlar buldum.
Orta Asya Cumhuriyetlerinde ve Azerbaycan’da da, Türkiye’deki kadar çalışmalar yapıldığını, hatta Özbekistan’ın Buhara kentindeki görkemli heykelini gördüm. Hatta Çin Halk Cumhuriyeti’nin her yerinde “Efendi” ile birlikte gezip, dolaştım. Dört kez, gönlümce, doya doya gidip, çok önemli mekanları gördüğüm Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Türkiye’den daha fazla ve daha etkili çalışmalar yaptığını, yaşayarak, bizzat gördüm. Çin günlüklerimden yararlanarak hazırladığım bu yazıya, Çin’de anlatılan Efendi (Nasreddin Hoca) fıkralarından da bir demet seçtim.
Ramazan eğlenceleri arasında fıkraların önemli bir yeri ve özelliği olduğu için, bu fıkralar değerli okurlarımıza iyi gelecektir, sanıyorum?...
DOĞU TÜRKİSTAN’DA
Bizim Doğu Türkistan olarak bildiğimiz, ama resmi adıyla “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” olarak bilinen coğrafyadaki Kaşgar kentinde, Vali Abdülgafur Sıddık ile de tanışıp, görüşebilme olanağı bulmuştum. Bu görüşmeden sonra da, valinin konuğu olarak sofraya oturmuştuk. Muhteşem hazırlanan sofraya, kızartılmış bütün bir kuzu gelmiş; geleneğe uyarak valiyle birlikte kuzudan birer parça kopartarak birbirimize ikram etmiştik. Tarihçi Muhammed Zünun Sıddık’ın, valinin ağabeyi olduğunu da orada öğrenmiştim. Kuşkusuz sofrada bu değerli bilgin ile, mihmandarlarım, Kaşgar’da tanıştığım kimi kişiler de bulunmuşlardı.
Yemekten sonra, özel bir salonda Efendi (Nasreddin Hoca) adlı, Çince sözlü sinema filmini, seyretmiştik…Nasreddin Hoca, Türkiye’den de, öteki Türk Cumhuriyetleri’nden de daha etkili bir biçimde Çin’de yaşıyordu…
Mihmandarımın çevirisiyle izlediğim bu film, İslami değerlere saygılı bir biçimde, Doğu Türkistan’ın doğal güzelliklerini de en iyi şekilde yansıtıyordu…Örneğin Kaşgar’ın Eyt Gah, Appak Hoca camilerini, Tanrı Dağlarını, Gök Gölü, Turfan’daki Süleyman Minaresini, Urumçi yakınındaki şelaleyi göstererek, Uygur musikisini, halk oyunlarını, seyirlik oyunları, kimi gelenek ve görenekleri, mutfak kültürünü yansıtarak film yapmışlardı…
Bu filmin önemli bir bölümü Kaşgar’da çekilmiş, roller Uygur Özerk Bölgesindeki tiyatro, opera, bale sanatçıları tarafından paylaşılmıştı…Nasreddin Hoca rolünü üstlenen genç sanatçı da çok başarılıydı…Hocamız bu filmde zeki, halktan yana, halkı sömürenlere, kirli iş çevirenlere karşı, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz fıkralarını dramatize ediyordu…Zira Uygur kardeşlerimiz, Hoca’nın aptal, saf vb. gösterilmesine karşıdırlar. Örneğin Hoca’nın bindiği dalı kesmesi gibi aptallıkları kabul etmiyorlardı…
1990 yılında Sincan Uygur Özerk Bölgesi Televizyonu, 4 dizilik bir Nasreddin Hoca filmi çekmiş, ama bu filmi halk beğenmemişti. Zira rejinin zayıf, Efendi rolündeki artistin başarısız olduğu kanaati belirmiş, bu yüzden de bu film gösterimden kaldırılmıştı.
Daha sonraki başka bir Çin seyahatimde, başka bir Efendi filminin kasetini bulmuş ve Türkiye’ye getirmiştim. O seyahatte, oteldeki odamın televizyonunda, Efendi hakkında bir de çocuk filmi seyretmiştim.
***
Çin’de edindiğim izlenim o idi ki, Nasreddin Hoca’mız, Çin’in günlük hayatının içindeydi ve yaşıyordu. Örneğin, Pekin’de yayımlanan bir akşam gazetesindeki köşesinde Hoca, günlük aktüaliteye uygun sözlerle halka öğütler veriyordu…
Keza ressamlar ve karikatüristlerin eserlerinde de Efendi’yi görmek mümkündü.
Türkiye’de bilinen Nasreddin Hoca fıkralarından daha fazla fıkranın üretilmiş olduğunu, dört kez gidebilme olanağını bulduğum Çin’de, özellikle Doğu Türkistan’daki Uygur Özerk Bölgesi’nde gördüm. Urumçi’de yaşayan halkbilimci akademisyen dostumuz Prof.Dr.Abdüşşükur Turdi’nin yayımlamış olduğu kitapta, Urumçi’de yaşatılan Nasreddin Hoca’yı gördüm ve tanıdım.
Düzenlediğimiz bir etkinlik için Türkiye’ye davet ettiğim Dr.Turdi 1961 yılında Özbekistan’ın Taşkent Üniversitesi’nden mezun olmuş, ülkesine döndükten sonra da bütün gücüyle Uygur tarihi, kültürü ve folkloru ile ilgili çalışmalara yoğunlaşmıştır.
İlk Çin seyahatinde gittiğim Urumçi’de halkbilim üzerine uzun uzadıya sohbetlerde bulunduğumuz Turdi, bir gün beni Tanrı Dağlarının doruğundaki Gökgöl’e götürdü. Hava çok soğuk olduğu için, turistik bir dinlenme evine sığındığımız zaman, bana anlattığı iki Nasreddin Hoca fıkrası şöyle idi:
1. Hoca bir gün pazardan bir karga satın almış. Karga kucağında, evine giderken yolda karşılaştığı bir dostu sormuş:
-Hocam ne yapacaksın, o kargayı? Hiç olmazsa bir şahin alsaydın,
Hoca hemen cevabı yapıştırmış:
-Karganın yüz yıl yaşadığını söylerler; bakalım doğru mudur, bunu öğrenmek için kargayı satın aldım!...
2. Padişah bir gün bir emir yayınlamış: Karısından korkmayan erkekler ak bayrağın altına, korkanlar ise gök bayrak altına toplansınlar.
Bütün erkekler gök bayrağın altına koşarlarken, bir kişi de ak bayrağın altına dikilmiş.
Padişah hem kızmış, hem de şaşırmış:
-Sen niye orada duruyorsun? Diye sorunca adam cevap vermiş:
-Efendim, karım bana sıkı sıkı tembih etti ki; sen sakın başka erkeklerin gittikleri yere gitme!...
***
Daha önce de değindiğim gibi, Çin’de bulunduğum süre içerisinde, her yerde Nasreddin Hoca ile karşılaştım. Örneğin Şanghay’da İşçi Kültür Sarayını ziyaretimizde, işçilerin yaptıkları resimler ve çizdikleri karikatürlerden oluşan bir sergide birçok Nasreddin Hoca resimlerini ve karikatürlerini gördüm.
Sergideki ilk tabloda, Nasreddin Hoca bir deveye bindirilmişti, yanında da bir çocuk vardı.
Çocuk Hoca’ya soruyordu:
-Hoca, neden eşeğe değil de deveye biniyorsun? Çocuk yanıtlıyordu:
-Şehir çok kirli ve pis de ondan!...
“Tiyanşan (Tanrı Dağları)’ın Güneyi ve Kuzeyi” adı verilen bir tabloda, birkaç kare içinde çeşitli konular işleniyordu. Konu Tiyanşan olunca, Uygur kardeşlerimiz akla geliyordu. Esasen bu tabloyu, Uygur Özerk Bölgesi Başkenti Urumçi’den Dang Şao Yi ve Li Vey Bing adlı iki işçi yapmışlardı. Tablodaki karelerin altında şunlar yazıyordu:
-Çeşitli bölgelerden Sincan’a gelen işçiler, Sincan’ın gelişmesi için canla başla çaba harcıyorlar ve bunlar Sincan’ı ikinci doğum yeri kabul ediyorlar…
-Çayırdaki en muhteşem toplantı, koyun kapma oyunudur. Bu belki de birkaç yıl sonra milli bir spor festivaline dönüşecektir…
-Ateş dağının eteğindeki Turfan kenti kavun ve üzümüyle dünyaca tanınmaktadır.
-Efsanevi bir kahraman: Efendi (Nasreddin Hoca) tüm memleketi geziyor, fakat ressamlar onun suratını çeşitli şekillerde çiziyorlar..Bu son kare içerisindeki Nasreddin Hoca’nın üç ayrı portresi yer almaktadır. Gerçekten Çin’de her ressam veya karikatürist Hoca’yı kendi belleklerinde yer etmiş olan şekliyle çiziyorlar.
Yi Yen Cin yakınındaki Tangu kentinden, tuz atelyesi işçisi Cang Cing Rung da Nasreddin Hoca’yı Tangu’ya götürüyordu ve bu karikatürde şu öykü anlatılıyordu:
Hoca eşeğiyle birlikte bir kayığa binerek Tangu’ya gider. Yeni ve büyük bir binayı gören Hoca şaşırır, ama hayran olur. Zira o bina çok kısa bir süre içinde inşa edilmiştir. Tangu’yu gezerken yan-yana iki tane tersane görür…Bir lokantaya oturur, önüne kocaman bir yengeç getirilir. Yengeç öylesine büyüktür ki, ejderha bile ondan korkar!...Tangu limanında tuz yığınları vardır, ki Eyfel Kulesinden bile yüksektir…Hoca nehir kıyısında gezerken, balık tutanları görür. O esnada kocaman bir balık, balıkçılardan birisinin oltasına takılır. Tangu limanında gezinen turistler Hocayla bir hatıra fotoğrafı çektirmek isterler. Hoca onları kırmaz ve fotoğraflar çekilir. Sanki yabancı turistlerle Hoca kırk yıllık dostturlar…Tangu limanında az sayıda kayık vardır, çünkü yeni gemiler inşa edilmektedir. Ressamlar gemilerden çok, kayığı çizmektedirler, zira kayıklar giderek kaybolmaktadır…Hoca sokağa çıkarken mutlaka elinde şemsiye vardır. Çünkü şemsiye hem güneşe hem de yağmura karşı bir araçtır. Eşek üzerinde de şemsiye kullanılabilir, ama bisiklet üzerinde şemsiyeyi açabilmek mümkün değildir…
İşte Tangulu işçinin çizdiği tabloda bunlar anlatılmaktadır. Tabii işçinin esprileri, Hoca’nın gerçek fıkraları ile ilgili değildir. Ama Çinli işçi Hoca’yı çalıştığı kente götürerek, kent hayatına ortak etmiştir.
Şanghay İşçi Kültür Sarayı’ndaki bir başka Efendi tablosu da Hınan Eyaletinin Ceng Cou kentinden orta okul öğretmeni Ceng Feng Çi’ye ait. Onun tablosundaki öykü de şudur:
Efendi yolda eşeğiyle gitmektedir. Birden bir çocuğun suya düştüğünü görür. Çocuğa daha yakın bir yerde, sahildeki bir adam balık tutmaya çalışmaktadır. O adam çocuğun suya düştüğünü görür ama hiç aldırış etmez. Hoca koşarak gider, çocuğu kurtarır ve kıyıya götürüp oturtur. Hoca balık tutmaya çalışan adamın yanına giderek cebinden bir kalp (yürek) çıkararak adama uzatır!...
Türk düşüncesinin timsali olan Yüce Nasreddin Hoca’mızın Çin Halk Cumhuriyeti’nde, iyilik meleği olarak yaşatılması, bizim için sevindirici bir husus olsa gerek…
***
Nasreddin Hoca bugün de Çin’de halkın arasında dolaşmaktadır. Örneğin, Pekin’de yayımlanan Akşam Gazetesinde “Efendinin Köşesi” vardır ve bu köşede Efendi, güncel olayları ele alarak, espritüel bir biçimde eleştirilerde bulunmaktadır.