Boşnaklar Ve Bosna-Hersek’te Tur

 
Türkler Balkanlar’a ve Rumeli’ye, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan çok önce yerleşmişlerdir. Osmanlı’ların bu bölgeyi kolay denilebilecek bir şekilde ele geçirmesinde, bölgede yaşayan Türk ve Müslüman unsurların da payı vardır. Orta Asya’dan çıkarak, kuzeyden Balkanlar’a inen küçük Kuman-Kıpçak toplulukları çeşitli baskılara maruz kaldıklarından, dillerini büyük ölçüde kaybetmiş, birlikte yaşadıkları ulusların dillerini benimsemişlerdir. Ancak aynı soydan geldiğine inandıkları Osmanlı’nın bölgeyi işgal etmesiyle birlikte, hemen İslamiyeti kabul etmişlerdir. Bulgaristan’daki Pomaklar, Makedonya’daki Torbeşler, Bosna-Hersek’teki Boşnaklar ve Yugoslavya’nın çeşitli bölgelerinde yaşayan Müslümanlar, işte bu Kuman-Kıpçak Türk boylarına mensup, akraba topluluklardır. Kimilerinin iddia ettikleri gibi onlar, Osmanlı Türkleri’nin tehditleri sonucu İslamiyeti kabul etmiş değildirler…
Boşnaklar, Osmanlı İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasından itibaren günümüze kadar küçüklü büyüklü gruplar halinde Türkiye’ye göç ederek, ülkemizin çeşitli kentlerine yerleşmişlerdir. Buna rağmen iki milyona yakın Boşnak ise, doğdukları topraklarda yaşamayı tercih etmişlerdir. Bu insanlar İslamiyeti öylesine kıskançlıkla korumuşlardır ki, Saraybosna,bir ara neredeyse, dünya Müslümanlarının merkezi haline gelmiştir. Keza Bosna-Hersek’teki Türk-İslam eserleri de titizlikle restore edilmiştir.
Bosna-Hersek Cumhuriyeti, Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti’nin 6 cumhuriyetinden birisi idi. Tito’nun kurduğu sisteme göre, ülkede yaşayan tüm milletler eşit hak ve hürriyet ile birarada yaşıyorlardı. Tito’nun ölümünden sonra Sırplar, Ülkedeki Müslüman halkların üzerine çullandılar. Ama o Müslüman halkların arkasında Türkiye vardı ve çok sayıda şehit verilmesine karşılık, bağımsız Bosna-Hersek Cumhuriyeti doğdu..Daha sonra Sırplar, “Bosna’yı kaybettik, hiç olmazsa Kosova’ya sahip olalım” diye, Kosovalı kardeşlerimize diz çöktürmek istediler, ama yine başaramadılar. Sonuç olarak eski Yugoslavya’dan iki akraba Müslüman Devlet doğmuş oldu.
Bosna ve Hersek, Avrupa’nın göbeğindeki iki coğrafi bölgedir. Birbirleriyle ikiz kardeş gibi olan bu iki bölgeden Bosna’nın başkenti Saraybosna (Sarajevo), Hersek’in başkenti ise Mostar’dır. Bu iki kent detam anlamıyla iki önemli Osmanlı kentidir.
***
Saraybosna’ya ilk kez Kosovalı Hukukçu-Şair-yazar dostum (Kosova Anayasa Mahkemesi E.Üyesi) Altay SuroyReceboğlu ile birlikte gittim. Altay, beni önce Kosova’nın her şeyi ile Türk olan Prizren kentine götürmüştü. OnunPrizren’deki baba evi, gerçek anlamda bir bey konağı idi. Sonra bir sabah erken saatlerde Bosna-Hersek’e müteveccihen yola çıkmıştık. Altay; “Devlet karayolu daha rahattır ve daha çabuk gideriz ama, sen buralara her zaman gelmezsin, bu nedenle seni dağ yollarından götüreceğim” demişti.
Prizren’den çıktıktan kısa bir zaman sonra halkının tümü Türk olan Mamuşa Köyü’ne ulaşmıştık. Çevre asma bahçeleriyle dolu; dağlar yemyeşildi. Yeşillikler içindeki Yakova’dan sonra ecdadımızın bıraktığı tarihi yapılardan birisi olan “Terziler Köprüsü” nevarmıştık. Altay;“en az Drina Köprüsü kadar muhteşem, ama ne yazık ki onun kadar şöhretli değil”demişti… Bir orman kenti olan Deçan’dan sonra karşımıza Mehmet Akif’in doğum yeri olan İpek kenti çıkmıştı. Az sonra da Kosova topraklarından çıkıp Karadağ Cumhuriyeti sınırlarına girecektik. Yine bir orman kenti olan Rojaye’den geçerken, bakımsız ama eski bir camiin minaresi gözüme çarpmış, Altay’a sormuştum. Altay; “bu kasabanın ahalisi müslümandır. Türkçe bilmezler. Karadağ lehçesiyle Sırp-Hırvatça konuşurlar. Araştırdım, bunlar Boşnak değil. Bana göre Peçenek Türkleri’dir. Resmi sayımlarda milliyetleri sorulduğunda sadece Müslümanım, demekle yetinirler…” diye cevap vermişti.
Ve nihayet, Bosna-Hersek Cumhuriyeti topraklarındaydık. Eski adı Akova olan BiyeloPole’yi ve FAP kamyonlarının üretildiği Priboy kentlerini hızla geçip, Vişegrad’a ulaşmıştık. Efsanevi Drina Köprüsü buradaydı. Ünlü yazar İvoAndriç’in uzun uzun hikaye ettiği bu köprü üzerinden birkaç kez yaya olarak gidip gelmiştik. Tabii, köprüyü inşa ettiren Sokollu Mehmet Paşa’nın, aziz ruhuna birer fatiha yollamayı da ihmal etmemiştik.
Yol boyu tüneller, demiryolları… Büyük Hun İmparatoru Attila’nın ordusuyla birlikte geçtiği dağ yolları…İkinci Dünya  Savaşı’nın en ateşli çarpışmalarının cereyan ettiği sahalar…Neretva Nehri ve Alman ordusunun perişan edildiği ünlü Neretva Köprüsü… Ve nihayet Saraybosna…
MünipMaglayliç’i evinden alıp, doğruca kentin en Türk ve en Müslüman yeri olan Başçarşı’ya gitmiştik. Burası sanki eski İstanbul’un, eski bir mahallesi gibiydi. İşte şurası Kazancılar Sokağı, orası Bakırcılar, Kuyumcular Çarşısıydı! Hakkında çok şey işittiğim ve okuduğum Saraybosna’nın ünlü Başçarşısı’nın havasını yudum yudum teneffüs ediyordum. Aman Yarabbi burası ne kadar bize benziyordu. Az ötede Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi ve Camii; Bursa Bedesteni, Kurşunlu Han, Sebiller, Mezarlıklar ve ibadete açık tam 72 cami, mescit, namazgah… Ve işte, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan cinayetin işlendiği Köprübaşı!...
Bir başka gün teleferikle, kente egemen tepelerin doruğuna çıkmış, Saraybosna’yı kuşbakışı seyretmiştik. Osmanlı-Türk-İslam mimarisinin tipik örneklerinden meydana gelen, eski kent; hemen onun yanıbaşında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgal yıllarında inşaa edilen yapılar; modern mimarinin yer aldığı yeni mahalleler ve gecekondu semti net bir şekilde görülüyordu…
 
Blagaj-Stolac-Poçitel-Mostar
Bir sabahın erken saatlerinde uzunca bir geziye çıktık. İlk durağımız Blagaj’dı. Eski adı Stepangrad olan bu kentteki Osmanlı-Türk yapıları, titizlikle korunuyordu. Stepan’ın oğlu olan Mehmet Hersekoviç, Osmanlı devletine önemli hizmetlerdebulunmuştu Buradaki Sultan Süleyman Camii, kentteki en önemli Osmanlı eseriydi. Blagaj’daki görkemli kayalarınaltından kaynayan suyun hemen yanıbaşında Bektaşi Tekkesi vardı.  Rivayete göre Tekkeyi Sarı Saltuk inşaa ettirmişti. Tekkede hâlâ, ayda bir kez Bektaşi Ayini yapılıyordu..Tekke ile ilgili tespitlerimizi yaptıktan sonra Stolac’a gittik. Stolac kenti de Türk izlerini barındıran bir beldeydi. 1519 yılındaburada inşa edilen Sultan Selim Camiini, 1993’de Sırplar yerle biretmişler; sonra  Hırvatlar, bu caminin altında, kilise kalıntıları aramışlardı. Osmanlı Kalesi sapasağlam duruyordu. 1940’lara kadar on-onbeş Müslümanaile yaşarken, onları da kovmuşlar, ama daha sonra geriye dönenler olmuştu. Bu bölgede bir yandan Katolik-Ortodoks savaşları olmuş; öteyandan, haçın hilâle karşı ebedi savaşı devam etmişti!...
Burası Osmanlı İmparatorluğu’nun Hersek Kalesi’ydi. Dim-dik  ayakta bulunan birkaç cami ve her şeyi ile kale, yüzlerce yıllık Türk anılarını saklıyordu. Daha sonra yine bütünüyle bir Türk-İslam kenti olan Poçitel’e varmıştık. Burada da camiler, kale ve hanlar ayaktaydı… Türk-İslam mimarisinin en güzel örneklerinden oluşan tarihi eserler fevkalade güzel bir şekilde restore edilerek, sanatçılara devredilmişti. Plastik sanatlarla meşgul olanlar, yaratıcılıklarını burada sürdürüyor, tarihi yapıları da koruyorlardı…Poçitel, Neretva Nehri kenarındaydı. Nehri izleyen yol üzerindeki durağımız, kadim bir Türk kenti olan Mostar’dı…Son derece önemli bir tarihi köprü olan Mostar Köprüsü etrafında saatlerce dolaşmış; hepsi birbirinden ilginç olan dükkanların önünde uzun uzun durup seyretmiştim. Köprü üzerinden, nehre atlayıp, turistlerden para toplayan, yürekli Boşnak gençlerini hayranlıkla seyretmiş, kısaca Mostar’ı yudum yudum içmiştim… Bilindiği gibi Sırplar, daha sonra Mostar Köprüsü’nü yıkmışlar; ama köprü orijinal biçimiyle yeniden yapılarak, 2004 yılında hizmete açılmıştı.
Bosna-Hersek seyahatini tamamlayıp, Kosova’ya dönerken, ayrı bir güzergah izlemiştik… Saraybosna’dan ayrıldıktan sonra Foça kentinde kısa bir mola vermiş, kenti dolaşmıştık. Boşnaklar’ın Foça’sı, İzmir yakınındaki eski ve yeni Foça kadar güzel olmamakla beraber, şirin bir kasaba görünümündeydi. Ve işte, Gorajde’ye gelmiştik. Burası Boşnak-Sırp savaşlarının en kanlısına sahne olmuştu! Drina Nehri Gorajde’yi ortasından ikiye bölüyordu ve düzenli bir köprü, kentin iki yakasını birleştiriyordu. Daha sonra Taşlıca kentine ulaşmıştık. Kentin bugün adı Pljevlya olup, Karadağ Cumhuriyeti’ne bağlanmıştı.  
Sancak Türkleri
Ve nihayet Sancak’taydık. Burada yaşayan insanlar son günlerde Sancak Türkleri olarak anılıyorlardı. Sancak’ın başkenti Novi Pazar (Yeni Pazar)’dı. Kentin eski çarşısı, Anadolu’nun herhangi bir kentindeki, çarşıdan farksızdı. Bunlar tam anlamıyla bizim insanlarımızdı. Camileri ibadete açık; çarşı esnafıyla ve zenaatkarlarıyla bizim insanlarımız… Yeni Pazar, ne yazık ki, Sırbistan sınırları içerisinde olup, durumu ve konumu itibariyle, ebedi olarak Sırbistan’a bağlı kalmaya mahkumdu. 
…Yeni Pazar’dan sonra artık, Kosova topraklarına girmiştik.
 
Mostar 1977 ve ünlü Mostar Köprüsü