Romanya’ya hayat verenler, Sarı Saltuk Baba ve Misgin Baba’nın manevi izleridir. Bu izleri görüp, hissedemeyenlerin, Romanya’yı tanıyamadan oradan ayrıldıklarını söyleyebilirim. Ne var ki, bugünkü Romanya’da bile, bu iki kutsal kişiyi bilenlerin sayıları parmakla gösterilecek kadar azdır!...
Oysa ki; Sarı Saltuk, gerçek kişiliğinin yanı sıra efsanevi kişiliği ile de, hangi millete ve hangi inanç sistemine bağlı olursa olsun, tüm insanlık için önem taşıyan bir kişiliktir. Bu nedenledir ki; Bosna Hersek’ten Ukrayna’ya, Babadağ’dan Ohri’ye, birçok yerde makamı vardır ve asırlardır, ziyaret edilip, medet umulmaktadır. Onca yerde makamı olan Sarı Saltuk Baba, mutlaka, bu makamlardan birisinde medfun bulunmaktadır ve gerçek mezarın, Babadağ kentinde olması olasılığı daha fazladır. Belki bu nedenle; Bağımsız Romanya Devleti, Türkçe olan, hemen hemen bütün yer adlarını değiştirdiği halde, Sarı Saltuk Baba’ya duyulan saygı nedeniyle Babadağ adını aynen bıraktı. Dost Romanya Devleti’nin değiştirmediği bir başka yer adı ise, Osmanlı Padişahı Sultan Mecit’ten mülhem, Mecidiye’dir.
Sarı Saltuk’la ilgili olarak, Türkiye’de yapılan yayınlarla birlikte, Romanya’daki bilim adamları da, yüzeysel bilgiler içeren makaleler yazdılar. Ancak; ne Romanya’nın tümünde, ne de salt Babadağ ve yöresinde Sarı Saltuk konusunda ciddi ve bilimsel araştırmalar yapıldı. Ceauşescu döneminde, Türkçülüğü ve İslamcılığı çağrıştırabileceği endişesiyle bu konuda gerekli çalışmalar yapılamamış olabilir; ancak, içinde bulunulan demokratik ortamda, artık ciddi, bilimsel araştırma ve yayın çalışmalarının yapılması gerekir.
Biz, Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu olarak, “Romanya’da Türk Kültürünün İzleri Sempozyumu”nu planlarken, öncelikle, Romanya’da yaşayanlar için son derece önemli olan iki ismi; Sarı Saltuk Baba ile Misgin Baba’yı başlık yaptık. Bunun nedeni, Sarı Saltuk ve Misgin Baba üzerine dikkatleri çekmek ve bu iki önemli şahsiyet konusunda araştırmalar yapılması gereğine değinmektir.
Sarı Saltuk Baba ile ilgili, mutlaka ayrı bir yazıyı kaleme alıp yayımlayacağım. Bu kez salt Misgin Baba’dan söz edecek, onu anacağım…
Misgin Baba, bugün Tuna Nehri sularının altında kalan Adakale’nin manevî önderlerinden biridir. Bu ruhanî kişinin kaybolup gitmesine gönlü razı olmayan Romanya yöneticileri; Misgin Baba’nın mezarını, yine Tuna üzerindeki Şimian Adası’na naklettiler. Ne var ki, Adakale’nin, kale taşları çalınıp bir yerlere götürülürken, Misgin Baba’nın kemikleri de sızlamaktadır. Çünkü Şimian’a nakledilen kemiklerin bulunduğu yer, bakımsız ve hatta, birkaç kişi dışında, nerede olduğu bilinmemektedir.
Adakale sular altında kalırken; burada yaşayan Türkler’in büyük bir kısmı Türkiye’ye göç ettiler. Romanya’yı vatan bilip kalanlar ise, Drobeta Turnu Severin ve Orşova kentlerine yerleştiler. Bunlardan Cafer İslâm adlı şahıs, Drobeta Turnu Severin’deki Müslüman Mezarlığının ortasına, Misgin Baba adına bir anıt mezar yapılması ve Şimian’daki kabrin, buraya nakledilmesi konusunda valilikten gerekli izni aldı; ama, gerekli parayı temin edemedikleri için, inşaata başlayamadılar.
Biz bu konuyu, Türkiye’deki ilgili bakanlıklara, kurumlara ve kişilere defalarla anlattık. Ne var ki, Misgin Baba hakkında, küçük bir rivayetten başka, yazılı ya da sözlü belge olmayışı nedeniyle, gerekli ilgiyi görmedi. Bu nedenle, Romanya’daki Türk bilim adamlarına ve uzmanlara düşen görev; hiç vakit geçirmeden, Misgin Baba hakkında ciddi çalışmalar yapmalı; T.C.’nin Romanya’daki diplomatik misyonu da, bu çalışmayı manen ve maddeten desteklemelidir… Çünkü, Romanya’nın kuzeyinde ve Dobruca’da Sarı Saltuk Baba ne ise, güneyde Misgin baba O’dur…Bu iki kutsal şahsiyet, Romanya Türklüğü ve Romanya’da İslâmiyet konusunda çok şey ifade ederler…
***
Avrupa’daki son Türk toprağı sayılan, Tuna Nehri üzerindeki Adakale, 1964 yılında Yugoslavya ve Romanya’nın birlikte yapımına başladığı Demir Kapı Barajının sularına gömüldü. Jules Verne’den Andersen’e, İbrahim Müteferrika’dan ünlü Macar Türkolog Ignacz Kunos’a pek çok ünlü ismi ağırlayan Adakale, sultanların ve kralların büyülendiği bir Türk toprağıydı.
1960’lı yıllara kadar 750 civarında Türk’ün yaşadığı Adakale, dillere destan lokumları, kahveleri, çarşısı, Bektaşi Misgin Baba Türbesi, camisi ve ‘Adakale’ marka sigarasıyla ünlüydü. Adakale, Balkanlarda başlayan çalkantıların arasında unutulan bir cennet gibiydi. Lozan’da Romanya’ya verilen Adakale’de yaşayan Türkler, Tuna Nehri’nde inşa edilen barajın suları adayı yutmadan önce 1968’de Avrupa’daki 500 yıllık Türk toprağı olan vatanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Kimi Türkiye’ye, kimileri de Romanya içinde bir yerlere taşınarak hayata tutunmaya çalıştı. Böylece Tuna Nehri’nin sularına gömülen Türk Atlantis’i Adakale’nin acısı unutuldu gitti.
Ancak usta sinemacı ve yönetmen dostum İsmet Arasan, daha genç bir sinemacıyken adını ilk kez Türk sinemasının yüz akı olan hocası Metin Erksan’dan duyduğu Adakale’nin öyküsünden çok etkilendi ve yıllarca yüreğinde taşıyıp olgunlaştırdığı bir düşü 2008 yılında gerçeğe dönüştürdü. İsmet Arasan’ın ‘Adakale Sözlerim Çoktur’ adını taşıyan belgeseli, 2008 yılında 45. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde Altın Portakal Ödülü, aynı yıl TRT Belgesel Yarışması Jüri Özel Ödülü ve Troya Folklor Araştırmaları Derneği Onur Ödülü ile Safranbolu Belgesel Film Festivali’nde 1.lik Ödülüne layık görüldü.
Türkçe ve Romence olarak iki dilde çekilen ‘Adakale Sözlerim Çoktur’ belgeseli, yüzlerce yıldır Türklerin yoğun olarak yaşadığı Tuna’nın kalbindeki bir adada bir arada yaşayan farklı inanç ve kültürlerden gelen insanların masalsı yaşamlarını ve modern dünyanın dayattığı yıkım projelerinin getirdiği hüzünlü bir sonu anlatıyor.
Adakale’nin sular altında kalıp, haritadan silinmesinden sonra Orşova kentine yerleşen kimi Adakale’li Türkler, Adakale’den kalan maddi değerlerin korunması için epey çaba harcadılar. Örneğin Adakale’nin manevi lideri Misgin Baba’nın mezarı birkaç kilometre aşağıdaki Şimian Adası’na taşındı. Amaç, Adakale’yi, Şimian’da yaşatmaktı, fakat ne yazık ki bu amaca ulaşılamadı. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi ne Romanya ve ne de Türkiye yöneticileri, meseleye sahip çıkmadılar. İkinci neden ise, maddi değerlere resmen sahip çıkılamamış olmasıydı.
Adakale’nin sular altına gömülmesinden sonra, burada yaşayanlar çil yavrusu gibi dağılmışlardı. Artık yediyüzden fazla insanın yeni yurtları, yeni mekânları vardı. Çoğu anavatanları Türkiye’ye geldiler, çok az bir kısmı ise Romanya’da kaldılar. Ailelerden dağılanlar oldu. Böylece Adakale’nin canlı hafızaları kaybolma sürecine girdi. Ardından da Şimian Adası yasak askeri bölge ilan edildi. Şimian günümüzde insansız, izinle ayak basılabilen, yaban bitki örtüsü altında, yarım kalmış ada kalesi ve mezarlık kalıntıları görünümü ile yürek sızlatmaktadır. Orada, Adakale’nin anısını, ruhunu kullanarak, tamamen kumar ve eğlenceye dayalı, uluslararası sermayeye dayalı büyük turistik projeler gündeme getirilmeye çalışılması ise her vicdan sahibini üzmektedir.
Ülkemiz Adakale’nin tarihsel ve kültürel değerlerini kurtarma çabalarına taraf ülke olduğu halde hiçbir katkı sunmaması başka bir üzüntü kaynağıdır. Bir başka üzüntü kaynağımız ise, Adakale hakkında esaslı bir araştırma, inceleme kitabı hazırlanıp yayımlanmamış olmasıdır. Bu konuda sadece Macar Türkolog, Araştırmacı ve Yazar İ.Kunos’un “Adakale Masalları” adlı kitabı, Türkiye’de de yayımlanmıştır. Benim görmediğim, ama varlığından haberdar olduğum bir başka kitap ise, Romen Popescu-Judetz’in araştırmalarını içeren “Adakale Arşivleri” olup, eksikleri ile birlikte Romanya Ulusal Arşivi’ndedir. Ayrıca, Turnu Severin Kent Müzesi’nde de bazı yazılı metinlerden haberimiz vardır.
Bütün bunlara rağmen, en gerçekçi belge İsmet Arasan’ın ”Adakale Sözlerim Çoktur” adını verdiği belgesel filmdir.
Bugün sular altında gömülü olan Adakale, Tuna’nın kilidi idi!...