Kişinin akrabâ ve yakınlarıyla alâkasını devâm ettirmesi, onları koruyup gözetmesi, yâni sıla-i rahimde bulunması, dînimizin çok ehemmiyet verdiği esaslardan biridir.
Zîrâ Cenâb-ı Hak, akrabâları birbirlerine mîrasçı kılmış, birtakım haklar ve vazifelerle aralarındaki bağları kuvvetlendirmiştir.
AKRABA HAKKI İLE İLGİLİ HADİSLER
Akrabâ çevresi, insanı maddî ve mânevî kötülüklerden muhafaza ettiği gibi muhtelif hayır ve sâlih amellerin işlenmesinde de yardımcı olur. Peygamberler, tebliğlerine akrabâlarından başlamışlardır. Yine onlar, akrabâlarının desteğiyle tebliğ vazifelerine devâm etmişlerdir.[1] Meselâ Şuayb -aleyhisselâm-’ın azgın kavmi kendisine:
“…Eğer kabîlen olmasaydı mutlaka seni taşlayarak öldürürdük…” (Hûd, 91) demişlerdi.
Dolayısıyla müslüman, dînî ve dünyevî hususlarda yakınlarına faydalı olmak ve hayırlı işlerde onlardan istifâde edebilmek için akrabâlık bağlarını devâm ettirmeli ve “sıla-i rahim” vazifesini hiçbir zaman ihmâl etmemelidir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“…Akrabâlık haklarına riâyetsizlikten sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (en-Nisâ, 1)
“…Anaya, babaya, akrabâya… iyi davranın…” (en-Nisâ, 36)
Cenâb-ı Hak, “rahim” diye adlandırılan akrabâlık bağına, Rahmân ism-i şerîfinden türeyen bir isim vermiş ve:
“…Ona riâyet edene Ben de iyilik ve ihsanda bulunurum. Onu koparanı da lutuf ve merhametimden mahrum bırakırım.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Zekât, 45/1694)