Mareşal Tito

Belleğimden damlalar

Yugoslavya’nın kurucusu Mareşal Tito için oluşturulan Müzeye başkanın doğum tarihi olan 25 Mayıs adı verilmiş. Ev sahiplerimiz bize bu müzeyi göstermek istediler ve gittik. 50 basamak çıktıktan sonra müzenin cümle kapısından içeriye girince, Tito’ya armağan edilen heykel ve heykelciklerin yer aldığı bir galeri gördük. Üst kattaki salonlardan birisinde çeşitli savaş araç ve gereçleri, silahlar vb. yer almaktadır. Silahlar arasında halkın armağanı olanlara özel bir yer ayırdıklarını gördük. Çeşitli ülkelerin devlet başkanları tarafından verilen hediyeler başka bir salonda sergilenmektedir. Başka bir salonda ise çok değerli resim tabloları bulunuyor. Salt bu salona “Yugoslavya Seçme Sanat Eserleri Müzesi” denilse yeridir. Müzedeki bir başka geniş salonda Tito’ya, doğum günü münasebetiyle gönderilen çok sayıda ve çok değişik eserler yer almaktadır. Bu eserlerin üzerinde de örneğin “Dragi Druje Tito”, yani “Yoldaş Tito’ya Sevgiyle-Saygıyla” yazıldığını gördük. Armağanlar arasında sanatsal değeri olanların yanı sıra, çok zengin işlemelerle süslü ve parasal değeri çok yüksek olanlar da bir hayli çok. Bunların, daha çok devlet başkanları tarafından verilmiş veya gönderilmiş olduğunu, üzerlerinde yazılı notlardan öğreniyoruz. Böylesi değerli şeylerin Tito tarafından müzeye verilmiş olmasını takdirle karşılıyoruz. Zira öyle devlet yöneticilerini biliyoruz ki, kendilerine verilen böylesi hediyeleri, zimmetlerine geçirmişlerdir. Oysa, devletten devlete verilen hediyeler, Tito’nun yaptığı gibi, müzelerde yer almalıdır.

Nitekim, Büyük Atatürk’ün de her şeyi müzelerde bulunmaktadır. Başkan Tito’ya, Yugoslavya cumhuriyetleri yöneticilerinden ve kimi şahıslar tarafından armağan edilen etnografik eşyalar, müzenin ayrı bir bölümünü oluşturmaktadır. Burada o kadar değişik el sanatı ürünleri var ki, müzenin bu bölümüne de “Yugoslavya Etnografya Müzesi” denilse yeridir. Zira Yugoslavya’da yaşayan bütün ulusların el sanatları, otantik giysileri, bu müzede yer almaktadır. Tümüyle değerlendirecek olursak, “25 Mayıs Müzesi” için bir “Devrim Müzesi” ya da bir “Güzel Sanatlar Müzesi” de diyebiliriz. Bu müze, Yugoslavya için olduğu kadar, dünya için de önemlidir. Çünkü burada Haile Selasiye’den Nehru’ya ve Cemal Abdülnasır’a kadar pek çok devlet başkanının, kendi ülkelerini simgeleyen sanat eserleri bulunmaktadır. Müzeden çıktıktan sonra, Başkan Tito’nun Malikanesi’nin önünden geçtik. Yüksek ve bakımlı ağaçlar, malikanenin çevresinde ağaçtan bir duvar meydana getirmiş. Belki bu ağaçların arkasında da başka bir duvar vardır, diye düşünüyoruz. Yol boyunca motorlu araçların park etmesi yasak olduğu için, malikane önünde durup, seyredemedik. Zira çok sayıdaki silahlı muhafızlar malikane önünde ve çevresinde nöbet tutmaktadır.

Tito’nun en büyük özelliği, ülkesinde birçok etnik grupların bir arada yaşamalarını sağlamış olmasıdır. O kadar ki Yugoslavya’daki ulusların hiç birisi azınlık olmadığı gibi, herhangi bir ulus, bir diğerine kem gözle bakamamaktadır. Çingenelere ulus olma hakkı tanınmıştır. Devletin bütünlüğünü sarsmamak koşulu ile herkese dilediği biçimde haklar ve özgürlükler tanınmıştır. Kuşkusuz tek bir Yugoslavya vardır ve tüm uluslar bu ülkenin vatandaşıdırlar.

 

BELGRAD’DAN NOTLAR

Yugoslavya’da yaşam erken saatlerde başlıyor ve saat 14.00’de bitiyor. Biz de mesaiye uymak için her sabah erkenden kalkıyoruz. Ne yazık ki Belgrad’a geldiğimiz günden beri hava sürekli kapalıydı ve zaman zaman yağmur yağıyordu. Belgrad’daki son günümüzde ise sabahın erken saatlerinden itibaren hava pırıl pırıldı ve güneş her yeri ısıtıyordu. Tramvay kampanaları, otomobillerin kornaları ve kuş cıvıltıları birbirine karışıyor ve ilginç bir armoni oluşturuyordu. Hele o Yusufçuk Kuşları! Sanki Türkiye’mden sesleniyorlardı, bana…

Belgrad’da dolmuş sistemi yok. Kent içi ulaşımı tramvay, taksi ve otobüsle sağlanıyor. Dış ulaşım ise uçak, tren ve otobüslerle yapılıyor. Taksi fiyatları ise ucuz. Her takside taksimetre bulunmakta, müşteri şoföre ne ödeyeceğini bilmektedir. Esasen fazla ücret talebi, kazık atmak gibi kavramlar henüz bu ülkeye gelmemiş!... Belgrad sokaklarında çok sayıda heykel görülüyor. Bunların bir kısmı çeşitli olayları yansıtan sanat eserleri. Bir kısmı ise Yugoslavya tarihinde yer alan önemli şahsiyetlerin heykelleri. Örneğin, bir fakültenin kuruluşunu sağlayan kişinin heykeli, o fakültenin önüne konulmuş bulunuyor. Keza bir filozofun veya bir sanatçının heykeli, kentin önemli bir merkezinde, kamuoyunun gözlerinin önünde duruyor. 104 Önünden geçtiğimiz bir eczaneye girip, bir ilaç alırken, ilaç fiyatlarının ucuzluğu dikkatimi çekiyor. Esasen bu ülkede sağlık hizmetleri devlet tarafından karşılanmakta olup, muayene ve tedavi ücreti ödenmemektedir.

Cumhurbaşkanının malikanesi bize göre son derece mütevaziydi. O arada “Belgrad Konferansı Özel Salonu” nu da göz ucuyla görüp geçtik. Zira burada da çok sıkı güvenlik önlemleri vardı.

 

ORTODOKS KATEDRALİ VE DİNİ NİKÂH

Mihmandarımız Vesna Furtuna çok sempatik ve iyi bir kız. Bize az zamanda çok şey göstermek çabası içerisinde. Benim durmadan not almakta oluşum hoşuna gidiyor olmalı ki, durmadan yeni bilgiler veriyordu. 25 Mayıs Müzesini gördükten sonra, Yugoslavya’nın en büyük dini mabedi olan Ortodoks Katedraline gittik. Burası Ortodoksların, hatta tüm Hristiyanların Yüksek Din Okulu niteliğinde bir yer. Karşısında bir de Ortodoks Kilisesi olan binaya vardığımızda, kalabalık bir grup gördük. Meğer dinî bir nikâh yapılıyormuş. Necip Alpan’la Vesna kapının kenarına durdular, ben de kilisenin içine girerek, boş olan bir iskemleye oturdum. Katedralin papazı bir şeyler okuyor; ilâhi biçimindeki sözlere, kilisede bulunanlardan kimileri de katılıyorlardı. Gelinle damat papazın karşısında duruyorlar, bunların arkalarında da yine ikişerli kolda, konuklar bulunuyorlardı. Vesna, “dinî nikâh mecburi değildir, ama belediyede yasal nikâh kıyılmalıdır” diyerek durumu açıkladı.

Ünlü Ortodoks Katedrali’nin bahçesinde iki sembolik mezar var. Bunlardan birisinin üzerinde “Dositay Obrodoviç” yazıyor. Bu şahsın, katedralin kurucusu olduğunu Vesna’dan öğrendim. Öteki mezar ise “Vukstavanoviç” adlı kişiye ait olup, bu kişi ise, 30 harfden oluşan Sırp alfabesinin mucididir.

Katedral, geniş olmayan, ama oldukça hareketli bir sokağın içerisinde olup, bu sokak içerisinde Fransa ve Avusturya’nın Belgrad Büyükelçilikleri bulunmaktadır. Fransa Büyükelçiliği binasının tepesinde üç kız heykeli görülmektedir. Bunlar Fraternite, Liberte ve Egalite, yani hürriyet, eşitlik, kardeşlik simgesidirler.

Daha sonra Kale Meydanına geçtik. Önce de değindiğim gibi, kale ve meydan sözcükleri, Sırp dilinde de aynen kullanılmaktadır. Kale Meydanı içerisindeki “İstanbul Kapiya” da Belgrad’da yaşayan Türkçe sözcüklerdi… Vesna “Biz beş asır Türkler’le beraber yaşadık; bazı sözcüklerin dilimizde yaşatılması doğaldır”, dedi. Kale Meydanında gerçek bir tarihi yaşadık. Belleğimiz kimi zaman yüzyılların ötesine gidiyordu. Yıllardır okuduğumuz, ama belleğimizde roman izlenimi bırakan gerçekleri, şimdi gözlerimizle görüyorduk. Meydanın bir yanından Sava’yı, eski ve yeni Belgrad’ı izliyoruz; seyre doyum olmuyor…Sonra çok sayıda heykellerin bulunduğu yere varıyor ve uzun uzun seyrediyoruz. Yemyeşil ağaçlar ve çimenler arasından geçiyor, tarihi bir çeşmenin yanında duruyoruz. Bu çeşmeden su almak için sıraya giren Türkler’le Sırplar arasında çıkan bir kavganın, Belgrad tarihinde yeni bir devrin açılmasına neden olduğunu düşünüyoruz.

Sonra Meydanın öte yakasına doğru gidiyor; Sava ile Tuna Nehirlerinin birleştikleri noktayı ve iki önemli Nehri aynı anda görüyoruz. Muhteşem bir coğrafya olayını gözlerimizle görüyor, yaşıyoruz…

 

ASKERİ MÜZE

Kale içindeki gezimizi sürdürürken bir hayvanat bahçesini ve resim müzesini de gördükten sonra Askeri Müzeye giriyoruz. 53 bölümden oluşan bu ilginç ve zengin müzede, yüzyıllar, gözlerimizin önünde, adeta bir film gibi uzanıyor. Savaş araç ve gereçleri, giysiler, komutanların ve devlet adamlarının portreleri… Müzede Osmanlı Padişahlarından kimileri ve Osmanlı yönetimindeki Belgrad ve Yugoslavya’ya ilişkin kimi olaylar sergileniyor.