23 yıl önce bugün vefat eden Malatyalı sanatçımız Ahmet Kaya'ya ithafen...

TARİH: 1999

YER: Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlemiş olduğu Princess Otel Kongre Salonu

“Ben bu ödülü yalnızca kendi adıma değil, bu ödülü İnsan Hakları Derneği adına, bu ödülü Cumartesi Anneleri adına, bu ödülü magazine emek veren bütün insanlar adına, bu ödülü bütün Türkiye Halkı adına alıyorum. Bir de şunu söyleyeyim, bu misyonu sana kim yükledi diye sormasınlar. Bu misyonu bana tarih yükledi. Bir de bir şey daha söyleyeceğim; önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için, Kürtçe bir şarkı yapıyorum ve Kürtçe bir de klip çekiyorum. Ve bu klipi yayınlayacak yürekli insanların olduğunu da biliyorum. Yayınlamazlar ise, Türkiye Halkıyla nasıl hesaplaşacağını da biliyorum.”

Evet, o gün bu sözleri kullanan kişi Ahmet Kaya idi. O gün orada, yılın sanatçısı olarak aldığı ödülü bütün Türkiye halkına adayan Malatyalı Kaya, ne yazık ki aynı mekânda linç edilmekten son anda kurtulmuştu.

Bugünkü yazımızda hem Ahmet Kaya’ya hem de çektiği acı ıstırapları, vatansızlıktan üşüyerek ölen halk müziği sanatçısı olan bir Malatyalının hayatını sizlere aktaracağım. Onun öncesinde Kaya’nın kısa bir özgeçmişinden bahsetmek isterim…

AHMET KAYA KİMDİR?

28 Ekim 1957 tarihinde Malatya’da doğan, altı yaşında iken babasının hediye ettiği bağlama ile tanışan, okul okurken ayrıca da kaset ve plak satan bir işyerinde çalışan Ahmet Kaya, ailesinin geçim sıkıntılarından dolayı İstanbul’a göç eder ve yaşamını burada sürdürmeye başlar. 1978 yılında Gelibolu’da askerliğini yapar ve askerlik dönüşünde eşi Gülten Kaya ile evlenirler. 30’dan fazla şarkısı olan Kaya, 16 Kasım 2000 yılında Fransa’nın Paris kentinde hayata gözlerini yumar. Defin yeri ise Pere Lachaise Mezarlığı’ndadır.

Ahmet Kaya, solcuların çokça sevdiği, sağcı çevrelerin dinlerken anılarını canlandırdığı, aktarılan ve anlatılanlara göre Ülkücülerin gizli gizli dinlediği bir şarkıcıdır bizim Malatyalı. Önemlikle yaptığı birlik ve beraberlik konuşmalarına rağmen birçok kesim tarafından eleştirilere maruz kalan Kaya’yı bunlar değil, o çok sevdiği ülkesinden, Türkiye’sinden sürgün edilmesi üzmüştür. Onu bölücülükle, terörizmle suçladılar. Fakat bilmezlerdi ki Ahmet Kaya herkesten daha memleket sevdalısı, herkesten daha çok yurtseverdi.  Hatta 29 Ekim 1999 tarihinde dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, günümüzde ise Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu Cumhuriyet Konseri’nde kullandığı ifadeler aynen şöyleydi:

“Cumhuriyetimizin 75. yıl dönümünde, daha güzel günleri yaşamak, Cumhuriyeti daha özgür yaşamak, inanca saygının, düşünceye özgürlüğün olduğu Cumhuriyetleri yaşamak dileğiyle ve artık şarkı söyleyenlerin ve şiir okuyan insanların (Recep Tayyip Erdoğan’ı kastederek) tutuklanmadığı, tutuklanmayacağı Cumhuriyetlerde bir daha görüşmek üzere diyorum… Şu anda bizi televizyonlarda daha sonra izleyecek olan cezaevindeki bütün tutuklulara ve cezaevine gidecek olan bütün yürekli insanlar için (Erdoğan’ı kastederek).” der ve hemen ardından ‘‘Beni Burada Arama Anne’’ adlı şarkısını söyler.

Evet, bu konuşmasına rağmen, yaptığı beraberlik açıklamalarına rağmen, kastettiği birlik ve beraberlik söylemlerine rağmen ülkesinden, vatanından sürgün edildi. Ancak ona rağmen vazgeçmedi, her daim ülkesine geri dönme arzusunu kalbinde yaşadı ama başaramadı. Çünkü bırakmadılar gözlerini ülkesinde, Malatya’sında kapasın, bırakmadılar…

Kaya’nın vatanseverliğini kimse sınayamaz, tartışamaz. Çünkü o ayrıca vatanperverde bir Kürt sanatçıydı. Ne diyordu 1998 yılında katıldığı İbo Show programında:

“Çok zor, en zor koşullarda, gerçekten de çok büyük komutanların önderliğinde, çok büyük savaşlarla kazanılmış bir memlekettir Türkiye… (Atatürk hakkında) Bir tek gerçek var ki, gerçekten de emperyalizme karşı savaşmış; kanın gözyaşının, işgallerin yoğun olduğu, köşe bucak her tarafın paylaşıldığı bir zamanda ortaya çıkıp; ‘Ben bu ülkeyi kurtarmak istiyorum. Benimle birlikte olmak isteyen insanlar bir öne adım atsın.’ dediği zaman, binlerce insan Mustafa Kemal ile birlikte, bu kararda ortak adım atmışlardır. Yalnız o büyük komutanlığın ötesinde, duyarlı bir devlet adamı, duyarlı bir kişilik… İnsanın en büyük komutanlığı, en büyük ruhu, ülkesini ve ülkesindeki insanları sevmesidir. Atatürk bu ülkenin insanlarını çok seviyordu… Biz onun bıraktığı yurtseverlik mirasını ölene kadar taşıyacağız ve bu ülke başlangıçta nasıl seviliyor ise, bundan sonra da sonuna kadar sevilecek bir ülke olarak kalacak…”

Malatyalı Ahmet Kaya çok bilinmese de, ayrıca dönemin sıkıntılarına rağmen başörtülü kadınların hakkını savunmuş, onları sonuna kadar desteklemiş ve böyle bir zulmü reva gören dönemin siyasetçilerine de tepkisini farklı zamanlarda, farklı mekanlarda şu cümleleriyle göstermiştir:

“Ben şunu söyleyeyim; sistemler ve koşullar ne olursa olsun, benim annemin kafasındaki türbanı kimse çıkartamaz… Demokrasiyi savunuyorum. Üniversitedeki insanlar pantolonla gidiyorsa, türbanla da girmelidir… Zulüm kimin tepesinde ise, biz onun tepesinde olacağız. Türbanlara zulmeden insanların tam tepesinde olacağız. İnanca saygı, düşünceye özgürlük. Gerçek budur… Binlerce insandan biri olarak yıllardan beri sokaklarda ezilen işçiler, köylüler yetmiyormuş gibi bugün üniversite kapılarında, türbanlı insanlara zulmediyorlar.” Filhakika sayın okurlarım, türbanlıların hakkını savunan Ahmet Kaya’yı türbanlılar savunmamış, ayrıca onu eleştirmekten de geri durmamışlardır.

Peki, neden ülkesinden sürgün edilmişti? Herhalde şu açıklamasından dolayı:

“Yıllarca bunu söyledim; Kürt ve Türk Halkları kardeştir ve yıllarca da böyle kalacaktır. Ve ben yıllarca Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunduğumu söyledim. Binlerce yıl boyunca da bölünmeyeceğini savunuyorum ama Kürt realitesini sahiplenmek ve kabul etmek zorundadır bu ülke, bunu söylüyorum, bu kadar yani.’’ O gün Ahmet Kaya’ya bu açıklamalarından önce çatal, kaşık, bıçaklar atılmış, Serdar Ortaç ve Reha Muhtar salonu kışkırtmış, ödül töreninin sonu büyük bir çatışmaya bürünmüştü. Aynı gün Kaya’ya ailesi dışında dönemin ünlü muhabiri Savaş Ay destek çıkmış, destek çıkmayanlara ise dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tepkisini 2013 tarihinde şu cümlelerde aktarmıştır: ‘‘Şivan Perver Diyarbakır’a geldiğinde herkes ona bir sanatçı olarak, vatanından 38 yıldır uzakta olan ve o gün vatanına dönmüş biri olarak bakıyordu. Böyle bir şey olabilir mi? Aynı şeyi Ahmet Kaya’ya yaptılar. Ahmet Kaya’ya o gün orada, ödül töreninde saldırdılar. O gün Ahmet Kaya’ya saldıranların bir kısmı diyor ki; ‘Ben o esnada tuvaleteydim, ben o esnada dışardayım.’ Ulan hepiniz ordaydınız. Hepinizin artık, o kaybedilmeyecek kamera kayıtlarında resimlerinizi görüyoruz, izliyoruz.”

Ahmet Kaya’yı son olarak, vatanına karşı duyduğu özlem söylemleriyle aktarmak isterim. Diğer yazımızda görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın:

“Türkiye’de yaşayan 64 milyon insana şerefsiz dediğimi söylediler, ben hiçbir halka ve halklara şerefsiz kelimesini kullanmadım… Avrupa’da söylüyorum; yaz da olsa, kış da olsa fark etmez. Ben geceleri çok üşüyorum. Sorun kalorifer sorunu değil, sorun yorgansız oluşum sorunu da değil, beni üşüten tek bir şey var: ben vatansızlıktan üşüyorum… Beni yaşadığım topraklardan, ülkemden, halkımdan, işimden, ailemden, sevenlerimden koparmak bile olsa ben ceketimi daima yağmura atacağım. Bir gün birileri nasılsa Kürt asıllı olduğu için, Kürtçe bir tek şarkı söylemek isteyen bir adamın hiçbir zaman bir ülkeyi bölmediği öyküsünü yazacak ve bu öyküyü okuyanlar, şarkı söyleyen insanlardan korkulmaması gerektiğini anlayacaklar.”