Belgrad

Belleğimden Damlalar

İkinci Dünya Savaşının hemen ardından Mareşal Tito, Yugoslavya’yı şekillendirerek; 6 Cumhuriyet ve 2 Özerk bölgeden oluşan bir Federal Devlet meydana getirmişti. Federasyon Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Makedonya ve Karadağ Cumhuriyeti ile, Kosova ve Voyvodina Özerk Bölgelerinden oluşuyordu. Sırbistan Cumhuriyetine bağlanan Kosova ve Voyvodina’ya cumhuriyet statüsü değil de özerklik statüsünün verilmesinin nedeni, Kosova’nın Arnavutluk’la, Voyvodina’nın ise Macaristan’la sınır komşusu olmalarıydı. Zira, Kosova’da Arnavutlar, Voyvodina’da da Macarlar yaşıyordu. Böylesine karmaşık bir devleti ayakta tutan iki önemli faktör vardı. Birincisi JosipBrozTito gibi, misyonu olan bir kişi, devletin başında bulunuyordu. İkincisi ise, Devletin, Özyönetim adı verilen, gerçekten demokratik bir sistemle yönetilmesiydi. Bu sisteme göre, devlet, 6 Cumhuriyet ile 2 Özerk Bölgenin devlet başkanlarından oluşan 8 kişilik bir Başkanlık Konseyi tarafından yönetilecekti. Bu 8 kişi, birer yıllık sürelerle konseye başkanlık edecekti. Yani bir anlamda bu kişi, dış dünyaya karşı, Yugoslavya Cumhurbaşkanı olarak görev yapacaktı. Örneğin, sıra Kosova’ya gelince, Kosova Özerk Bölgesi Başkanı, aynı zamanda Yugoslavya Cumhurbaşkanı görevini de yürütecekti. Tito’nun ölümüne kadar her şey yolunda gitmişti. Ancak, O’nun ölümünden sonra, Sırbistan’ın başına geçen kişi, daha iş başına gelir gelmez, Kosova’ya karşı olumsuz tutum sergilemeye başladı. Bununla da yetinmeyerek, öteki halklara karşı da, milliyetçi davranışlarda bulununca, federasyon çatırdamaya başladı ve iç savaşlar sonunda, bir tek Yugoslavya  Devletinden, tam 7 tane bağımsız cumhuriyet doğdu. Bugün artık Yugoslavya diye bir devlet olmayıp, hepsi de Birleşmiş Milletler Teşkilatı üyesi olan Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya, Kosova ve Karadağ Cumhuriyetleri vardır. Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti dağılmadan önceki Ankara Büyükelçisi Makedon TrajanPetrovski, daha sonra Makedonya Cumhuriyeti’nin ilk Ankara büyükelçisi oldu. Ondan önce Federasyonu temsil eden İki Arnavut asıllı Büyükelçi vardı. Bunlardan birisi Recep Ciha, ondan önceki de RamadanVraniçi idi. RamadanVraniçi, o zamanki Cumhurbaşkanımıza itimatnamesini takdim edip, Büyükelçilik makamına gelir gelmez, kendisini ziyaret eden ilk gazeteci ben oldum. Annesi Prizrenli bir Türk olan Ramadan Beyle ilişkilerimiz son derece olumlu gelişti. O’nun aracılığı ile, kültürel ilişkileri geliştirdik…

Merkezi Üsküp’te bulunan Makro Çepenkov Folklor Enstitüsü’nün, sempozyum davetini alır almaz, Necip Alpan’la birlikte RamadanVraniçi’ye gittik ve sempozyum sonrasında, bize, Yugoslavya’nın görülesi yerlerinin görülmesini sağlamasını istedik. Onun telefon diplomasisiyle sağladığı olanaklarla da başta Makedonya olmak üzere, Kosova, Sırbistan ve Voyvodina’nın kimi yerlerini gezip gördük ve incelemelerde bulunduk.

Ben bu kez salt Sırbistan Cumhuriyeti’ne yapmış olduğum geziyle ilgili notlarımı aktaracağım. Belgrad hava alanına inip bagajlarımızı almak için beklerken, Federal Tanıtma Bakanlığı’ndan gelen bir genç bize, “hoş geldiniz” dedi. Valizlerimizi aldıktan sonra, Bakanlığın aracı ile kente hareket ettik. Belgrad Hava Alanı kent merkezine oldukça uzaktaydı. Ancak, yolun sağında ve solunda olan doğal güzellikleri görünce, Yugoslavya başkentinin güzel bir yer olduğu kanısına varmıştık. Otomobil, Metropol Otelin önünde durdu. Bu otel, devlet konuklarının ağırlandıkları bir oteldi. Otelin duvarlarındaki fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi, Mareşal Tito, birçok devlet adamını burada konuk etmişti. Otelin birkaç geniş salonu, restoranı, gece klübü vardı. Önündeki geniş alan otopark olarak kullanılıyordu. Parkta da sürekli olarak bir trafik memuru nöbet tutuyordu. Necip Alpan’la beni, ayrı ayrı iki odaya yerleştirmişlerdi. Restoranda sürekli canlı müzik vardı. Hemen hemen bütün garsonlar Türkçe biliyorlardı.

Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti (YSFC) Tanıtma Bakanlığı, bizim için bir program hazırlamıştı. Ayrıca bizim arzularımızı sormuşlar ve ricalarımızı da programa dahil etmişlerdi. Bizimle Bakanlığın Türk Masasında görevli olan Bayan VeraBejakoviç, ilgileniyordu. Ayrıca PriştineRilindiya Gazetesi’nin Sorumlu Müdürü Fadıl Buyari’nin tavsiyesi üzerine Tanıtma Bakanı Yardımcısı ConŞiroka da bizimle yakından ilgilenmişti.

BEYAZ  ŞEHİR

Başkent Belgrad’daki ilk günümüz, Basın Enstitüsü’ne yaptığımız ziyaretle başladı. Buradaki bir masanın, bir tarafından Necip Alpan, Ben ve Vera Hanım; karşı tarafında ise, Enstitünün ilgileri oturdular. Önce karşılıklı sorularla birbirimize sorular yönelttik. Bize Yugoslavya genelinde yayımlanmakta olan gazetelerle ilgili ayrıntılı bilgiler verdiler. Bunların çoğu Sırpça-Hırvatça yayımlanıyordu.

Basın Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Moşe Piyade Caddesindeki Tanıtma Bakanlığı’ na gittik. Burada Bakan Yardımcısı ConŞiroka ile samimi bir görüşme yaptık. İhtiyaçlarımızı sordu ve ilgileneceğini söyledi. Ben, iyi bir kooperatif görmek istediğimi söyledim. Bunu hemen programa aldılar. Vera Hanım bana, Novi Sad’da bir kooperatifi ziyaret edeceğimizi söyledi. Daha sonra Federal Meclis binasına gittik. Burada hukuk danışmanı MiskoviçZoran’la uzun bir konuşma yaptık. O kadar ki mesai bitmiş ve herkes dairesini terk etmişti. Bu görüşmede daha çok, Yugoslavya’daki devlet düzenini öğrenmiştik. Özellikle Özyönetim sistemin ne olduğunu, bu sistem içerisinde yöneticilerin nasıl seçildiklerini anlamıştık. Zoran, sistemin teorisyeni EdvardKardel’in şu sözünü sık sık yinelemişti: “Yugoslavya halkı, mukadderatını kendisi tayin eder…”

Belgrad’daki ilk günümüz, peşpeşe ziyaretlerle geçti. Belgrad’ın ortasından akıp giden Sava Nehri , kenti ikiye ayırmaktadır. Sava’nın öteki yakasında yeni bir kent oluşmaktadır. Belgradlı’lar bu bölgeye “Novi Belgrad”, yani “Yeni Belgrad” diyorlar. Bu kesimde devlet daireleri, halk için inşa edilen blok apartmanlar, fabrikalar vb. bulunmaktadır. Burada bir de “Belgrad Konferansı” adıyla düzenlenen, konferans için özel olarak inşa ettirilen, gerçekten çok görkemli bir konferans salonu, Belgrad’ı süslemektedir.

Sırplar’ınBeograd dedikleri başkentin adının anlamı, “Beyaz Şehir” demektir. Sava ve Tuna Nehirlerinin birleştikleri noktada muhteşem bir kale bulunmaktadır. Belgrad Kalesi içerisindeki meydanın adı “Kale Meydanı”dır. Yani Türkçe adı muhafaza edilmektedir. Ama Belgrad’da, bunun gibi daha birçok Türkçe yer adları vardır.

Belgrad 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından zaptedildikten sonra birçok Türk eserleriyle donatıldı. Ayrıca kentte oturan Macarlar, Macaristan’a göç ettiler; birçok kişi de çeşitli yerlere ve bu arada İstanbul’a yerleştiler. Keza Türkiye’den getirilen Türkler de Belgrad’da iskân edildiler. Üç asırdan fazla bir süre Türk egemenliği altında kalan Belgrad’da Türkçe birçok sözcüğün kullanılmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak, kimi sözcüklerin sonuna “ya” eklenerek, güya Sırplaştırıldılar! Örneğin terazi sözcüğü teraziya olmuş, kapı ise kapiya sözcüğüne dönüştürülmüş. Piliç, pilav, çorba, para, pencere, peşkir, pabuç, kurşun, nişan, budala, tokmak, zümbül, karanfil, sarma, dolma, fincan, yatak, çarşaf, çorap, cep, çekiç, çelik, çeşme, sakat, düztaban, hekim, çizme, bedava, caba, kaysı, börek, böbrek, ciğer,.gül, şeker vb.gibi sözcükler ya oldukları gibi, ya da az değişikliklerle kullanılmaktadır.

Belgrad’ın en hareketli yeri, Teraziya Caddesi’dir. Buradaki mağazalar kentin hareket merkezidir. Hotel Moskova ve Balkan Hotel gibi iki lüks otel de bu cadde üzerindedir. Yollar bakımlı, tretuvarlar temizdir. Caddenin kimi yerlerinde alt geçitler vardır. O nedenle ana yol üzerinde trafik izdihamı söz konusu olmamaktadır. Revolucija (Devrim) Bulvarı da oldukça hareketlidir. Bulvar üzerindeki Federal Parlamento, Devrim Müzesi, Sendikalar Birliği, Sırbistan Cumhuriyeti Meclisi ve çok güzel bir de Park görülmektedir. Parkta yaşlı kişiler ağaçlar altındaki bankolarda oturup istirahat etmektedir. Bu bulvarla kesişen Proleter Caddesinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği bulunmaktadır. Burada başka ülkelerin Büyükelçilik binaları da göze çarpmaktadır.

BAYRAKLI CAMİ

Sırplar, pek çok yer ve mekân adlarını değiştirirlerken, bazı yerlerin adlarını, aynen, Türkçe olarak bırakmışlar. Bunlardan birisi de Belgrad’daki Bayrakli Cami’ dir. Tek farkla, “cami”yi, “camiya” yapmışlar. Belgrad’da ibadete açık olan tek cami de, bu Bayraklı Cami’dir. Oysa, Osmanlı egemenliği altında iken burada 200 cami varmış. Bunlar büyük çoğunlukla yıkılıp, yok edilmiş; bazıları ise viran halde olup, cami olduğunu belli eden, küçük bazı bölümler kalmış. Rehberimiz cami hakkında şunu söyledi: “Bu caminin bir zamanlar bir müezzini varmış. Müezzin minareye çıktığı zaman ezan okumayıp, eline aldığı bir bayrağı sallamak suretiyle halkı namaza çağırırmış. Bu nedenle de camiye Bayraklı Cami denilmiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad’ı aldığı yıl inşa edilen Bayraklı Camii, Belgrad’ın ibadete açık olan tek Müslüman ibadethanesidir. Gerçi ayakta kalan başka camiler de vardır ama, bunlar tarihi anıtlar olarak değerlendirilmekte, ibadet yapılmamaktadır. Bayraklı Cami ile ilgili olarak, bize kenti gezdiren mihmandarımız VesnaFurtula şunu anlattı: “Bu caminin müezzini ezan okumak üzere minareye çıktığı zaman eline bir bayrak alıp, sallarmış. Bu nedenle camiye Bayraklı Cami” adı verilmiş. Ne yazık ki Belgrad’da bu caminin cemaati yok denilecek kadar az imiş. Oysa Belgrad’da epeyce  Arnavut, Boşnak ve Türk müslüman yaşıyormuş. Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde belirttiğine göre17.Yüzyılda Belgrad’da 217 cami ve mescit; 260 okul, 9 medrese ile 26 çeşme bulunuyordu. Ayrıca bir de bedesten vardı. Ama bu bedestenin bugün, yerini bir saptamak mümkün olmamaktadır. Peki onca camiye, okula, medrese vb.ne oldu? Bunu Kosova’daki dostumuz Prof.Dr.Şefqet Planla bize şöyle ifade etmişti: “Sırplar yıllarca Türk-İslâm eserlerini yıka yıka, yaka yaka yok ettiler!...” Bayraklı Camiinde ibadete açık camide ibadet edenlerinin çok az olması ve öteki camilerde ibadet yapılmamakta oluşunun nedeni, devletin baskı yapmasından değildir. Zira devlet bu konuda halkı tamamen özgür bırakmakta; isteyen camiye, dileyen kiliseye giderek ibadetini yapabilme özgürlüğüne sahiptir. Hatta zaman zaman sokakta, başında dini semboller olduğu halde dolaşanları da görmek mümkündür.

Belgrad caddeleri türlü-çeşitli mağazalarla dolu. Bu mağazalarda yerli mallarının yanı sıra dünyanın çeşitli ülkelerinden ithal edilen mallar da satılmaktadır. Söz gelimi, Çekoslovakya, Polonya üretimi kristaller, Arnavutluk’un ünlü İskenderbey Konyağı, Rus votkası, Alman malı elektronik eşyalar vb.

Yugoslavya, dışa açık bir ülke. Salt ticaret veya turizm konusunda değil; ülkede yaşayan insanların seyahat hürriyetleri de alabildiğine geniş. Örneğin Yugoslavya vatandaşına devlet, 10 yıl geçerli pasaport vermekte ve insanlar, istedikleri zaman, istedikleri ülkeye gidebilmektedir.