Gazze’yi bir geceye benzetiyorum. Karanlık, sessiz, çaresiz bir geceye. Ama bu gece, yıldızların bile ışık vermeye çekindiği bir gece.

Burada ne zaman bir çocuk ağlasa, gökyüzü bir yıldızını daha kaybeder. Ne zaman bir ev yerle bir olsa, bir umut daha enkaz altında kalır.

Gazze, sadece bir toprak parçası değil. Gazze, çocukların sokaklara düşen gölgeleridir; kadınların sessiz duaları, babaların susturulmuş haykırışlarıdır. Bu topraklarda bir anne, ölen çocuğunu kucağına aldığında, dünyanın tüm dillerinde aynı sessizlik yankılanır. Çünkü orada artık kelimeler yetmez.

Bir okul bahçesi düşün, çocukların kahkahalarının yankılanması gereken yerde bombaların izi var. Defterlerin üzerinde barut kokusu, oyuncakların içinde toz birikmiş. O çocuklar gözlerimize bakıyor; “Biz ne yaptık size?” diye soruyor. O kadar masum, o kadar sessiz soruyorlar ki, cevap veremiyorsun. Nasıl cevap verilir ki?

Bir babanın enkazın altında kalan kızını kurtarmak için tırnaklarını nasıl kanattığını gördüm bir fotoğrafta. “Kızım nefes alıyor mu hâlâ?” der gibi bakıyordu. Ama bir baba için en ağır şeydir, kendi nefes alırken çocuğunun nefessiz kalışı. O an anladım; Gazze sadece bir savaş alanı değil, insanlığın her gün yenildiği yerdir.

Ama dünya bu mağlubiyeti görmüyor. Haber bültenlerinde birkaç saniyelik görüntülerle geçiştirilen bir trajedi, Gazze’nin yaşamaya çalıştığı bir gerçeklik. Ve bizler, sırtımızı dönerek o topraklardan gelen çığlıkları duymazdan geliyoruz.

Sana sesleniyorum, bu satırları okuyan kişi; Gazze’nin gecesine bir mum yakabilir misin? Çünkü burada her mum bir hayat demek. Her mum bir çocuğun hayali, bir annenin duası demek. Sessizliğimiz onların yok oluşu olmasın.

Gazze ağlıyor, ve dünya bu ağlamayı duymak istemiyor. Ama biz istemeliyiz. Çünkü Gazze’nin her gözyaşı, insanlığın bir parçasını toprağa gömüyor.