Suriye’nin kuzeyinden yükselen bir sessizlik var; hem çok tanıdık hem de çok acı. Kürtlerin sesi bu, Dünya izliyor, sessizce.
Yıllardır süren savaşın enkazı altında ezilen bir halkın, Kürtlerin sesi bu. Dillerine, kimliklerine ve hatta varlıklarına yönelmiş bir yok etme çabası… Dünya izliyor. Sessizce.
Kürtler Suriye’nin o kurak topraklarında yalnızca hayatta kalma mücadelesi vermiyor; kendi kimliklerini, onurlarını ve özgürlüklerini koruma savaşı da veriyor. Çocuklar eğitimden mahrum, kadınlar savaşın en ağır yükünü omuzlarında taşıyor, erkekler yıkık evlerin gölgesinde hayatta kalmaya çalışıyor. Bu hikaye hepimizin bildiği bir hikaye. Ancak ne kadar duyuyoruz?
Uluslararası siyaset, bu halkı bir “koz” olarak kullanmaktan öteye geçmiyor. Kürtler bir harita üzerinde pazarlık konusu edilirken, kimse o haritanın altındaki insanları görmüyor. Bombalanan köyler, yerinden edilen aileler, kaybolan çocuklar... Ve biz buradayız, her gün haberlerde birkaç satırlık bir acıya tanık oluyoruz.
Kürt halkı yalnızca bir etnik grup değil; bir direnişin, bir inancın ve bir kültürün taşıyıcısı. Onların mücadelesi, yalnızca kendi varlıklarını savunma mücadelesi değil, insanlık onurunun da mücadelesi. Ama ne yazık ki, dünya bu mücadeleyi görmüyor.
Peki, biz ne yapıyoruz? Onların sesi olabiliyor muyuz? Yoksa kendi sessizliğimizle onların yok oluşuna ortak mı oluyoruz? Şimdi ses olma zamanı. Suriye’de bir halk yok edilmek istenirken, insanlık tarihine yazılacak bu utancın karşısında durma zamanı. Çünkü onların sessizliği, bizim insanlığımızın bittiği yerdir.