Romanya ile Sırbistan (Eski Yugolavya) arasındaki Tuna Nehri’nin ortasında yer alan Adakale Osmanlı coğrafyasında yer aldıktan sonra, savaşmadan elimizden çıkmış olan bir Osmanlı Türk yurdudur… Bu yurt maalesef zamanın T.C. devletini yönetenlerin ihmalleri yüzünden kaybedilmiş; daha sonraki aşamada Romanya ile Yugoslavya’nın Tuna üzerinde kurdukları baraj yüzünden bu Türk yurdu, yani Adakale’miz haritadan silinmiştir!...

Romanya seyahatlerimden birisinde, Adakale’nin bulunduğu bölgeyi gezip görmek ve sular altında kalmadan önce bu adada yaşamış olan bazı insanlarla görüşmek istadim. O tarihteRomanya Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan, Tatar asıllı dostum Cenan Bolat’la birlikte harekete geçtik…

O gün saat tam 11.00’de Bükreş’ten ayrılmıştık. Yol mükemmeldi. Piteşti kentine değin 100 km.lik yol otobandı. Sanayi kenti olan Piteşti’deki rafineri hemen göze çarpıyordu. 

Drobeta Turnu Severin kentine vardığımızda bizi Valilik Kültür Müdürü karşılamış ve konaklayacağımız mekâna götürmüştü. Cafer İslam adlı Türk de bize rehberlik edecekti…Cafermükemmel Türkçe konuşuyordu. Adakale’de doğmuştu. Erzincanlı bir kadınla evliydi. Yol boyunca Adakale’yi anlatmış, anlattıkça duygulanmış ve şu dizeleri söylemişti:

                “Yer, gök ve tüm evren dururken

                Adakale yüreğimde sancı!

                Hey Adil Kamil

                Memet Hoca, Adnan bey, Hacı kadın

                Neredesiniz, nasılsınız?

                Adakale yüreğimde sancı!...”

Adakale gerçekten, her Türk’ün yüreğinde sancıydı; ama Adakale’de doğmuş, yaşamış olanların yüreklerindeki sancı mutlaka çok daha farklıydı. Çünkü artık Adakale diye bir kent yoktu ve bu minik ada-kent, Romanya ile Yugoslavya’nın inşaa ettikleri baraj sularının altında kalmıştı!...

Cafer İslam iş adamıydı. Romen bir ortağı vardı. İş projeleri vardı. TIR yolu üzerinde Türkiye örneği “kendin pişir, kendin ye…” restoranı açmak istiyordu. Restoranda devamlı Türk müziği seslendirecekti. Zira “karşı yakadaki Yugoslavlar da Türk müziği dinlesinler” diyordu.

Cafer’in bir başka projesi de, Tuna üzerindeki küçük bir adayı 50 yıllığına kiralayıp, burada serbest bölge oluşturmaktı. Burada ticaret, ithalat, ihracat, otel, gazino, kumarhane yapmak istiyor; “hem ben kazanayım, hem de devlet…” diyordu. Ama  Drobeta Turnu-Severin valisi bunlara izin vermiyordu. Cafer Ceaueşcu komünistlerinin iş başında olduklarını söylemişti.

Adakale Türkleri incir, nar, badem gibi bitkileri Türkiye’den getirmişti. Zeytin denenmiş fakat tutmamıştı. Serada yetiştirilen ürünün % 70’i ihraç ediliyordu. 

Adakale sular altında kalırken, halkın bir kısmı Turnu Severin’e geçip yerleşmiş, bir kısmı da anavatan dedikleri Türkiye’ye göç etmişti. T.C.Hükümeti buradan göç edenlerin bir kısmını Eskişehir’e iskân etmişti. Dolayısıyla Eskişehir ile Turnu Severin arasında manevi bir bağ oluşmuştu. 1991 eylülünde Turnu Severin’den bir folklor ekibini Eskişehir’e davet etmiştik ve vali de Eskişehir’e gelip ağırlanmıştı. Eskişehir’deki konukseverliğe aynı ölçüde karşılık vermek istiyorlardı ve o akşam geniş bir sofra hazırlamışlardı.

***

25 Mart sabahı pıril pırıl bir bahar sabahına , kuş sesleriyle zinde bir şekilde uyanmıştım. Tuna’ya baktım, çarşaf gibiydi!...Ama Tuna küskün, dingin ağlamaklı idi, sanki!... Saat 10.00’da muhteşem bir kahvaltı sofrasına oturmuştuk. Sonra öğle saatlerinde Konuk Evi’nden ayrılmıştık. Önde motosikletli bir polis, ardında eskort aracı ve biz…Drobeta Turnu Severin’i daha iyi tanımak için bir dizi ziyaretlerde bulunmuş, ayrıntılı bilgiler almış ve şehri dolaşmıştık. Burası 120 bin nüfuslu bir kentti. Tersane, haddehane, vagon-dingil fabrikası, kantar-terazi-baskül, et kombinası ve mobilya üretimi vardı. Türkiye’den kalkıp gelen bir Bingöllü vatandaşımız da fırın açmış ve Türk usulü ekmek üretimine başlamıştı. Kentte yaklaşık 18 aile içinde 60 Türk yaşıyordu.

Ertesi gün, Tuna Nehri’nde gezinti yaptık. 2000 km.lik Tuna’nın en derin yeri (120 m.) olan “Kazanlar”a kadar gittik. Bir taraf Romanya, karşı yakada ise Sırbistan’ın “Tekke Köyü” ve “Karataş Köyü”, yani bir zamanlar bizim insanlarımızın yaşadıkları yerler vardı…Orşova sahilinde başlayan gemi yolculuğumuz “Dubova Köyü” iskelesinde bitmişti…

Orşova Tuna üzerindeki bir liman kenti. Baraj inşaatı sırasında sular altında kalan Adakale’nin yerine yeniden inşaa edilmiş, tipik bir Romen kenti. Burada modern bir ortodoks kilisesi yapılmış. 10 Hektar arazi üzerinde oluşturulan “Ana Manastırı”nda bulunan rahibelerin güzellikleri karşısında çok şaşırmış olduğumu belirtmek isterim.

Orşova, 18.yy.da kurulan bir kentti. Ama burada M.Ö.2.yy da da Varna adlı bir yerleşim birimi vardı. Romalılardan kalma bir de kale bulunuyordu.  6.yy. da Bizans ordusu, 14.yy da da Osmanlı gelip işgal ettmişti. 20.000 nüfuslu kentte 10-12 hane Türk yaşıyordu. Adakale sular altında kalmadan once, Abdülhamid tarafından cami için gönderilen 560 kg ağırlığında ve 19x16 m eb’adındaki muhteşem bir halı, Köstence’ye götürülmüştü…

Adakale

Gemi ile Tuna nehrinde gezinti yaparken, tam suların altındaki Adakale’nin üstüne gelince durup, bir fatiha okumuştum…Adakale Tuna’nın iki kolunun birleştiği noktada, iki kol üzerinde seyreden tüm deniz araçlarının görülüp, kontrol edilebileceği konumdaydı. Ecdadımız Osmanlı, bu noktadan tüm Tuna’yı denetleyebiliyordu. Misgin Baba adlı Buharalı bir zat, bu Ada’da yaşamış ve vefatında da buraya defnedilmişti. Baraj yapımından önce onun mezarı da, Tuna’nın daha aşağı kısmındaki Şimian Adasına nakledilmişti. Aslında Ada’nın kale surları da numaralandırılıp, Şimian’a götürülmüştü. Ne yazık ki, surları oluşturulan taşlar, sandallarla kıyılara taşınarak inşaatlarda kullanılmıştı. Romanya Kralı Karol, Ada’ya ekonomik bakımdan destek olmuş, bu amaçla bir de “Müslümana Adakale” adlı kooperatifin kurulmasını sağlamıştı. Kral, Ali Kadri isimli bir Adalı’nın başkanlığında kurulan kooperatifi vergiden muaf tutmuştu. Kooperatif, sigara ve lokum üretimi yaparak, Tuna’da seyreden teknelerin yolcularına satış yaparak para kazanmıştı.

Orşova’da tanıdığım  Adakaleli kişilerden birisi de Hüsrev Kahraman’dı. Adada dünyaya gelen Hüsrev, babası ile birlikte lokum üretimi yapmış, balıkçılık, kayıkçılık işlerinde çalışmıştı…Adakale’de 160 hanede 580 kişi yaşıyordu. 1964’te başka kentlere ve Türkiye’ye göçler başlamış, 1968 yılında da Ada tamamen boşaltılmıştı. 1964 yılında baraj inşaatına karar verilince, Yugoslavya, Adakale’de yaşayan insan başına 5 biner dolar tazminat vermiş, ama Türkler bu paradan pay alamamışlardı!...Ayrıca Adakale Camii için de UNESCO’dan, Şimian Adasında yapılması gereken cami için 50.000 dolar alınmış ama, Türkler, bu paranın nereye gittiğini öğrenememişlerdi!...Almanlar da 200 yıl önce Tuna’da baraj yapmak istemişler ama, Adakale’yi yok etmemek için bundan vazgeçmişlerdi…

Orşova’da küçük bir kahvehane işleten Hüsrev Kahramanbunları anlatırken, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendini zor tutmuştu!...Hüsrev anlattıkça açılmış, şunları söylemişti:

“Adakale’de kaliteli sigaralar üretilirdi. Bunun esansı Küba’dan getirilirdi. Meyva boldu. Pınarlar vardı. 1-1,5 metre derinden içme suyu çıkardı. Tuna’dan geçen gemiler Adakale’de durur alış-veriş ederlerdi. Savaş başlayınca 1941’de kooperatif kapandı. Babam bu kooperatifin ortağıydı. Kooperatif her yıl, risturn dağıtırdı. Sonra herkes kendi işini yaptı. Adakalelilerin tamamı kooperatifin ortağıydı. Başkan Ali Kadir, yardımcısı Tevfik Süleyman,  Hacı Mustafa, Cafer İslam’ın dedesi  İslam Şaban, İbrahim İsmail, Yılmaz Onbaşı Lütfi Banat ve bir Türk zabiti olan Ömer Fevzi kâtip olarak kooperatifin yönetim kurulunda yer aldılar…Adanın son imamı Hamdi Salih’ti. Biraz dini bilgisi olan oğlu Ali Salih Turnu Severin’de yaşıyor. Hamdi Salih’ten önce, imamlığı Silistreli Salih Recep yaptı. Onu Bükreş’te 13 yıl hapsettiler. Hapisten çıkınca Bükreş Camiinin imamı oldu. 5 yıl Adakale’de kalmıştı. Salih Recep altı lisan bilirdi, çok değerli bir din adamıydı. Bu Salih Recep, Adakale Müslüman mezarlığındaki tüm kabirleri, Şimian’a elleriyle taşımıştı. Misgin Baba’nın kabrini de o taşıdı. Misgin Baba’nın babasının han olduğunu, babasının mirasını reddettiğini söylemişti. Misgin Baba önce Belgrad’a gelmiş, oradan Adakale’ye gelip yerleşmişti. Hacca da gitmiş olan Salih Recep, Romanya ile müslümün ülkeler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için bizzat Ceauşescu tarafından görevlendirilmişti…Adakale düğünleri, kadın-erkek ayrı ayrı yapılırdı. Darbuka, zilli maşa, daire ile çalanıp, çığrılınırdı. Pazar sabahı saat 5’te gelin almaya gidilirdi. Sünnet düğünleri de 3-5 gün sürerdi…Talimhane’de Pazar günleri piknik yapılırdı..Bayramlarda  topluca eğlenilir, gençler yaşlılara ikramlarda bulunurlardı…Kurban bayramlarında, kurbanlar kesilir, yoksullara dağıtılırdı.. Ramazanlar tam bir şölen halinde geçerdi. Teravih namazları toplu kılınır; kadınlar da kadın mahfelinde namazlarını kılarlardı…Adakale’nin ortasında Hakkı Ağanın kahvehanesi vardı. Oğlu Salim, torunları Engin, Rengin 1964’te İzmir’e göç ettiler. Sünnetçi Memetça, dindar bir adamdı. 84 yaşındaki oğlu Sezai de sünnetçilik yaptı; şimdi Köstence’de yaşıyor…Fırıncı Kâzım Ağa’nın, Edirne’de Adakale adlı bir mağazası var…Ziya Amcanın lokalinde gençler yeyip içerler, eğlenirlerdi…Mücellitoğlu Ziya Şem’i, Türkiye’ye göç ettikten sonra da kooperatifçi oldu ve Marmarabirlik’te çalıştı…Ali Kadri’nin evi Adakale’nin en büyük eviydi. Zengindi. Koltuklarına ay-yıldız nakşedilmişti. Hollanda’da yaşayan oğlu Mikail, sık sık Adaya gelirdi…Adada güvenlik görevlisi olarak Köstenceli Tatar Fevzi vardı. Sakin bir adamdı…”

Tanışıp, bir hayli sohbet ettiğim bir Adakaleli de,  Hamdi Ali idi. Fahri imamlık yaptığını söyleyen Hamdi Ali’nin dedikleri de şunlardı:

“Adakale nüfusu 600 kadardı. Bunların % 10 kadarı Romen’di. Adanın son Belediye Başkanı Ion Popeange idi. Bu şahıs aynı zamanda tütün fabrikasının da müdürü idi. Eşi Lamia Hanım Türk’tü… Sultan Süleyman’ın (!) Viyana dönüşü, Estergon ve Adakale alınmıştı…Misgin Baba, Macaristan’daki Gül Baba’nın kardeşidir. Bunlar büyük bir vezirin oğullarıymış. Savaştan sonra Adakale ortada kaldı. Lozan’da Romenlere verildi..1930’da Kral Karol Adaya geldi. Vergi yok, askerlik yok, bazı mallarda imtiyazlar. Sonra tütün ve alkole vergi geldi. Üretilen sigara ve içkiler yalnız Adada satıldı. Bir kişi en çok 10 paket sigara alabildi. 1932-33’de kooperatif kurduk ve kâr payı dağıttık. 1943 de bitti. Cami birinci savaştan sonra yapıldı. Camideki halı, Avrupanın en büyük halısıydı.1954 depreminde cami yıkıldı….

Hamdi Ali tersanede işçi olarak çalışmış, emekliye ayrılmıştı. Mandolin çalıyor, zaman zaman şiir, kimi zaman şarkı okuyordu.Türkiye’ye hiç gitmemişti. Hiç evlenmemişti. Babası 20 yıl müezzinlik yapmıştı. Anası da hafızdı. Yanından ayrılırken, “Ne mutlu Türküm diyene!...” demişti.

***

Şimian Adası, mutlaka gidip görmemiz gereken bir yerdi. Tuna üzerinde bizi gezdiren gemi, Şimian Adasına yaklaşamamıştı. Bu yüzden daha sonra bir deniz otobüsüyle bu adaya gidip, gezmiş ve görmek istediğim şeyleri görmüştükm Zira Adakale surlarını oluşturan taşları, özellikle Misgin Baba’nın mezarını görmek istiyordum…Adakale’nin Şimian’a taşınmasında en çok çaba harcayan kişi Prof.Nicolescu (1901-1963) idi. Hiç olmazsa 1/10 ölçeğinde bir mekanda, yeni bir Adakale kurulması öngörülmüştü. Bunun için Romanya hükümeti 5 yıl aralıksız her yıl, bu işe harcamak üzere ödenek tahsis etmişti. Fakat daha sonra Ceauşescu bu ödeneği kesmişti. Prof.Nicolescu’nun ölümünden sonra, onun bir asistanı, projeyi sürdürmek istemiş ama o da başaramamıştı. Bir rivayete göre de, Prof.Nicolescu vadesi ile ölmemiş, öldürülmüştü!...

Evet coğrafyanın o bölgesindeki Türk yurdu Adakale, artık yok…Tuna sularının dibinde olan, ne yazık ki artık yeni neslin bilmediği, bilse de kolay kolay gidep göremeyeceği bir yerde olan bir Müslüman Türk kenti Adakale yok ama, Tuna’daki Şimian adası’ndaki Misgin Baba’nın fatiha bekliyor!...