Fırtına gibi bir hayat süren ve efsane bir kadın nitelemesiyle biyografisi yazılan Suat Derviş’e bu cümleyi söyleten ve kitabını da yazdıran neydi acaba?
Nasıl yaşarsak yaşayalım hep bir şeyler eksik kalacak ve yapmak isteyip de bir türlü yapamadığımız hayallerle dolu olarak göçüp gideceğiz şu dünyadan. Ölümle biyolojik olarak yüzleşmek zorunda kaldığımızda, hızla geçip gitmiş ömrümüz gelecek gözlerimizin önüne, büyük bir durgunluğun içine hapsolarak. Gençliğin hoyratlığı ve dur durak bilmezliği içerisindeyken hiç bitmeyecek zannettiğimiz zamanın sınırına geldiğimizi göreceğiz büyük bir acıyla. Ne diyordu şair “ her ölüm erken ölümdür.”*
Daha yaşayacağımız ne yolculuklar, düzelteceğimiz ne hatalar, dileyeceğimiz ne özürler, gerçekleştireceğimiz ne ütopyalar, sınırları aşan ne çılgınlıklarımız olacaktı oysa. Ama işte ölüm döşeğindeydik. Hem de bir öte tarafın olmadığını, gerçekten sona geldiğimizi, ikinci bir hayatın olmadığını bilerek. Edebiyat tarihinde insanın bu son çırpınışı ya da ölümsüzlük arzusu çok kereler işlenmiştir. Örneğin, Rilke’nin tek ve otobiyografik romanı olan Malte Laurids Brigge’nin Notları’nda ölüyor olmanın sancısı ve ölememenin ağırlığı müthiş bir atmosferle sarar sizi. MÖ 2. binyılın sonlarında yazılan Gılgamış destanında ise Uruk Kralı Gılgamış ölümsüzlük peşinde dünyayı dolaşır. Son örneğimiz de Parfümün Dansı’ndan olsun! Romanın karakterleri Alobar ve Kudra ölümden ölesiye kaçarlar ve ikisi birlikte sınırsız yaşamın peşine düşerler.
“Yeniden Yaşayabilseydik”in Şadan’ı ise uzun yaşamaktan çok, tekrar yaşayabilme arzusundadır. Kulak verelim Suat Derviş’in, ölümün eşiğine gelmiş Şadan için isteğine:
“Daha yüzlerce seneler yaşasa, acaba hayatının şu gaflet içinde geçen yetmiş senesinde yaptığı hataları tamir edebilecek mi? Tamir edebilmek… Bu imkânsız bir şey. Bu tamir kabul etmez. Sadece bu geçen hayatı, bir kere daha ta başından itibaren yeniden yaşamak lazım o kadar! Bugünkü tecrübelerle yeniden yaşasa… O zaman yapmış olduğu bütün yanlışlıkları tekrar etmez. Bütün hataları tamir eder ve bu ömrü tatlı, mesut yaşanmaya hakikaten layık bir ömür olarak geçirirdi.”
Böyle mi olurdu gerçekten? Yaşamadan bilmek zor ama en azından yazarın beklentisi bu yönde. Aslında dünyada yaklaşık bir milyar insan, ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine inanmaktadır. Hindularda ve Budistlerde yaygın olan bu reenkarnasyon inancının kökleri Batı’da da Pisagor’a kadar gider. Bu inanç Müslüman toplumlarına da İsmaililer aracılığıyla taşınmıştır.
Ve yine şairin dediği gibi " her ölüm erken ölümdür" ...