Aklım ermeye başladığı günlerde okuduğum Hz.Ali’nin cenkleri, Kerbelâ olayı ve Irk’taki kutsal mekânlar hakkındaki kitaplar, kardeş Irak Yurduna gidip, kitaplarda sözü edilen yerleri bizzat görmeye zorluyordu. Nihayet Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Basın ve Kültür Müsteşarı M.M.El-Halidi bir gün beni aramış “pasaportunu al gel…” demişti.
1979 yılının Ekim ayında, uzunca süren ilk Irak seyahatim başlamıştı. Bağdat’tan Musul’a, Basra’dan Kerbelâya Irak’ın görülesi her yerine gidip görecektim; ama beni en çok heyecanlandıran gezi, Kerbelâ istikametine yapacağım geziydi.
Muharrem ayını ve aşure olayı söz konusu edilince, ben hep Kerbelâ seyahatimi ve orada görüp, işittiklerimi anımsarım. Bu yazımda da Kerbelâ izlenimlerimi kısaca okurumla paylaşmak isterim.
Nihayet, kendimi bildim bileli dinleyip, okuduğum Kerbela olayının cereyan ettiği yerdeydim… Karşımızda muhteşem bir türbe vardı. İmam Hüseyin burada şehit edilmişti. Iraklı Müslümanlar türbeye yüzlerini, gözlerini sürüyor, öpüyor, öpüyorlardı… Ağlayan kadınlar vardı. İmam Abbas’ın mekânı da oradaydı. Biz orada iken, onun türbesine iki cenaze getirilmişti. Son yolculuktan önce, tüm ölenler, burayı ziyaret ediyorlardı. Hüseyin’le Abbas’ın türbeleri som altın ve kristal kaplıydı. Bu iki türbe ve cami birbirlerine çok yakındı.
İmam Hüseyin’in şehit düştüğü yer ve olay hakkında, Türkçe bilen bir hocadan bilgiler almıştık. Bir başka hoca ise “şuraya yeşil bir bez bağlayıp, bir adakta bulunulursa kilit açılacak!...” falan gibi safsatalar anlatıp, avucunu açarak bağış istiyordu. Böylesine kutsal bir mekânda bu tür dilencilikler hoş değildi. Hoş olmayan bir başka şey ise cami içerisinde oraya buraya uzanıp yatan bazı kişilerin ayaklarının ve üzerlerindeki giysilerin pis oluşuydu!... Keza Kerbela şehri de pislik içindeydi. Daracık sokakların içindeki kahvehanelerde çay içebilmek mümkün değildi. Hele hele bir aşevine girip bir şey yiyebilmek için de mide gerekirdi. Şehrin içi polis kaynıyordu. Ama tüm İslâm aleminin yüreklerinde ebedi yer etmiş olan imamların medfun bulunduğu bu kutsal mahallin temizliği ile meşgul olan kimse yok gibiydi!
Ben daha sonraki seyahatlerimde de Kerbela’yı ziyaret ettim. Her gidişimde biraz daha düzelme gördüm ama dinimizin kutsal kişileri için, çok daha bakımlı, mükemmel bir Kerbela görebilmeyi hep arzu ettim.
1989 yılındaki ikinci Kerbelâ seyahatimde, kente girmeden önce Hz.Ali’nin torunu A.Cafer Tayyar’ın oğlu Aun’un türbesini ziyaret ederek birer fatiha okumuştuk. Sonra Kerbel’da İmam Hüseyin ile Abbas’ın türbelerini ziyaret ederek, Hz.Ali’nin bu iki şehit oğluna da dualarımızı yollamıştık. O arada, büyük şairimiz Fuzuli’nin kabrini ziyaret etmeyi ihmal etmemiştik.
Daha önceki Kerbela ziyaretimde de gördüğümüz gibi, camilerde pis giysiler içerisindeki bir takım adamlar sereserpe uzanıp yatıyorlardı!...Türbeleri çevreleyen madeni parmaklıkları birbiri peşisıra yalayan insanların, hijyen konusunda ne düşündüklerini anlamak da bizim için mümkün olmamıştı.
Pis bir lokantada verilen yemekten sonra, birkaç küçük hatıra eşya satın alıp, şehri terkederken, sıkı bir polis kontrolundan geçerken düşünmüştüm: Herhalde Saddam ve yönetimi, Kerbela insanından korkuyor muydu?...
Ne olursa olsun bir kez daha Kerbela’ya gelip, kutsal mekanları ziyaret etmiş, olmak benim için büyük bir mutluluktu.
1997 yılında bir kez daha Kerbelâyı ziyaret edebilme fırsatını bulmuştum. Esasen her Irak seferimde, bir kez daha Kerbela’ya gitmeyi candan arzu ediyordum. Bu kez de önce Hz. Hüseyin’in, sonra da Hz.Abbas’ın muhteşem türbelerini ziyaret etmiştik. Orada üzüntüyle öğrenmiştik ki, Irak-İran savaşı sırasında, türbenin som altın ve kristal eserleri, bizzat Kerbela’daki bazı insanlar tarafından yağmalanmış; ama savaştan sonra bu insanlar yakalanarak, Hz.Hüseyin Camiinde kurşuna dizilmişlerdi!...
Hz.Abbas türbesini ziyaret eden kadınlı erkekli grupların hüngür hüngür ağladıklarını görmüş ve bizim de gözlerimiz yaşarmıştı.
Belediye, Kerbela’nın çehresini değiştirmişti. Artık temizdi ve bakımlıydı. İki cami arasında park, bahçe, havuz inşaatları yapılarak, gerçekten güzel bir çevre düzenlemesi yapmışlardı.
KERBELAYİ OLMUŞTUM.
Aradan yıllar geçti. 2013 yılında Bakü’den Moskova’ya uçarken yanımda oturan bir şahsın bir başka Azerbaycanlı ile konuşurken ona sürekli olarak “Kerbelayi” dediğini işitmiş, merak edip sormuştum ki, Kerbela’ya gidip burada medfun bulunan kutsal zevatın türbelerine yüz süren kişilere Kerbelayi denildiğini öğrenmiştim. Yani Mekke ve Medine’yi ziyaret eden bir Müslümana nasıl Hacı deniliyor ise, Kerbela’ya gidenlere de Kerbelayi denilmekteydi. Yanımdaki Azerbaycanlı kişiye, “ben de birkaç kez Kerbela’ya gittim deyince, bana sarılıp elimi öptü ve Moskova’ya gidinceye kadar bana “Kerbelayi” diye hitap etti. Ben henüz Hacca gidebilme imkanını bulamadım ama Kerbelayi olmuştum.
Hz.Hüseyin’in şehit edildiği camii ziyaretimizde. Caminin 1.numaralı sorumlusu ile