Medyanın Tarihsel Serüveni (Çatışma)

Çatışma, her daim kişilerarası iletişimin dikkatini çeken bir faktör olarak bilinmektedir. Bu sayede ademoğlunun hem düşünmesini, hem kişisel ihtiyaçları olarak bazı meselelerin farkına vardırabilmesi, hem duygusal olarak ruh ve fikir dünyasına hitap eden Kişi İçi İletişimin üzerinde durduğu benlik duygusu, ister istemez beraberinde kişinin sorular sorarak cevaplar üretmesini ve bunları hayata geçirmesini de baz almaktadır. Bu mesajın verdiği ve oluşturduğu diğer bir özel durum nedir diye soracak olursak şöyle bir arzuhal de karşımıza çıkabiliyor. Bu iletişim süreci doğrultusunda kişiler fikir ve düşüncelerine dönük olarak fikir beyan edebilir, yorumlayıcı hususlara istinat edilerek bir ikili diyalog da kurabiliyor.

Bireyler olsun, kişiler olsun, fertler olsun, toplumlar olsun, ülkeler ve devletler olsun istenilen yorum, soru ve cevabı vermediklerinde bir dinamik doğrultusunda hem kendi benliklerinde, hem de karşıdaki kişiyle oluşturdukları beraberlik doğrultusunda karşılıklı bir çatışma yaşayabiliyor. Bunun ortaya çıkmasında hem kişi içi iletişim sürecinin olumsuz etkilenmesi, hem de kişilerarası iletişimin istenildiği gibi işlememesi nedeniyle psikolojik gürültüler de gün yüzüne çıkabiliyor. Bu husus beraberinde arzuhal ettiğim üzere bir iletişim çatışmasını meydana getirebiliyor. İşte, bunun önüne geçmek ve tartışmanın büyümeden çatışmaya dönük olarak önünü geçebilmek için doğru ve etkili iletişim kurmak mühim bir hususu da oluşturmaktadır. Nitekim bu sayede düşünce ve fikir ayrılıkları ya bitmiş olur veyahut asgari seviyeye indirgenmiş olur.

Bu tip çatışma kuramlarının ve hususların kendi içerisinde açısal olarak ayrıldığı kolları da bulunmaktadır. Nitekim bu meselelere değinmemiz demek, aktardığımız konunun çok daha uzamasına zemin hazırlar ki, esasında bu durumun kısa ve öz bir biçimde sunumu demek, meseleyi daha çok basitleştirip, daha fazla sadeleştirilmesini sağlar. Bu mevzuu da yaşadığımız konu bunun en iyi örneğidir diyebiliriz. Mamafih konunun esas olarak mantıksal bir biçimde ele almamız her halükarda isabetli sonuçların doğmasına da zemin hazırlamaktadır. O da şöyle ki;
Bildiğimiz üzere yaşanan bilimsel ve bilişsel çalışmalar birbirinden farklı komplo teorilerini de gün yüzüne çıkarabilmektedir.

İşte, bu teori akımları bile beraberinde kişilerarası çatışmayı doğurabilir. Çünkü bu mesele sadece iki şahıs arasında yaşanan bir çatışma ve tartışma ortamını değil, beraberinde devletler, uluslar ve uluslararası bir kararsızlığı da aynı zamanda doğurabilmektedir. Veyahut beraberinde gelen dizi ve çizgi filmler için oluşturulan subliminal mesajlar, 25’inci kare meselesi de tartışmayı doğuran ana etkenlerden sadece bazılarıdır. Bunların oluşu demek, birçok tartışmanın yaşanmasına da yol açmaktadır. Keza bir de uzaya çıkan ilk insanın esasında uzaya çıkmadığı, fotoğrafın photoshop ile aktarıldığı iddiası (veya daha çok yalanı) da beraberinde soğuk savaş yaşayan Amerika Birleşik Devletleri ile günümüzün Rusya devletini karşı karşıya getirerek laf dalaşına girmelerine zemin hazırlamaktadır. Bizim yapmamız gereken ise işin özünü araştırıp, tartıp, bir çözüm yoluyla aktarımını sağlamaktır. İşin uygun kaçan ve etik bir biçimde oluşturulmasını sağlayan da tam olarak budur.
Çernobil hadisesinde devam edecek olursak, beraberinde o dönem radyasyon ile beraber türeyen çay ürünlerinin içilmesinden dolayı birçok hastalık türünün ortaya çıktığı da anlatılan iddia veya komplo teorilerinden biridir. Günümüzde ise bunun en iyi örneği Kovid-19 adı verilen ve tüm dünyada hızla yayılarak insan ölümlerini, hastalıklarını, biyolojik hastalıkları oluşturan Koronavirüs’ün kim(ler)ce neden çıkarıldığı tartışmasıdır. Her halükarda ilim, bilim ve fikir dünyası bu durumun Çin’de bir yarasanın yenilmesinden ötürü yayıldığını aktarsa da, işin özünde bunun böyle olmadığı ve bir(iler)i tarafından bu virüsün yayılarak insan ölümlerini arttırılması istenildiği de tartışma konusu olmuştu. Öyle ya da böyle hiç fark etmez. İşin özüne baktığımızda hayat da, yaşam da, düşünceler de, fikirler de beraberinde tartışmaları oluşturarak komplosal aktarımları sunmuşlardır. Biz iletişimcilerin yapması gereken ise, işin hakikatini araştırarak gün yüzüne çıkartmaktadır. Bunu düşünen toplumlar için bir takım hayırlar ve ilimsel aktarımlar vardır. Bilişsel çelişki yaşayan insanların davranışları, çoğunlukla laboratuarda, fakat zaman zaman da gerçek ortamda incelenir. 1986 yılındaki Çernobil nükleer kazasından sonra ülkemizde, radyasyonlu olduğu ileri sürülen çayları içenlerin, bilişsel çelişkiye düşünce, “Acı patlıcanı kırağı çalmaz” türünde savunma mekanizmalarına başvurdukları gözlenmiştir (Bilgin ve Leblebici, 1990). Bu konudaki bir başka araştırmada da, radyasyonlu çay içmeye devam eden yüksek kaygılı kişilerin, kaygısı daha az olanlara oranla daha fazla savunma mekanizması kullandıkları belirlenmiştir. (Devam edecek)…