BRATİSLAVA 15 Kasım 1982 sabahı saat 05.00’te resepsiyondan telefon ederek uyandırmışlardı.
45 dakika sonra valizimle birlikte lobideydim.. 07.05’te Prag hava alanından kalkan Tu-134 tipi uçak, 40 dakikalık uçuştan sonra, Bratislava alanına inmişti.
Hava Alanında beni Dr.Milan Odran Slovakya Kültür Bakanlığı’na ait bir otomobille bekliyordu. Önce Carlton Oteli’ne uğrayıp valizimi, konaklayacağım 636 No.lu odaya bırakmış, sonra Kültür Bakanlığı’na gitmiştik. Slovakya Kültür Bakanlığı, Çek Kültür Bakanlığına nazaran daha ciddi çalışıyordu ve benim bir haftalık programım hazırdı. Bakanlığın Dış İlişkiler Bürosunun şefi, “Slovakya Kültür Bakanlığının ilk Türk konuğu” olduğumu söyleyince, bundan gurur duyduğumu itiraf etmeliyim.
Bakanlıktaki ilk temastan sonra Milan’la birlikte, “Saat Müzesi”ni gezmiştik. Bu müzenin bulunduğu binanın ilginç bir öyküsü vardı… Bir İtalyan mimarın, 18. Yüzyılda gemiyi andırır tarzda inşa ettiği bina, uzun yıllar genel ev olarak kullanılmıştı. Şimdi ise müze içerisinde 18.,19. ve 20. Yüzyıl yapımı saatler sergilenmekteydi.
Saat Müzesinin yakınındaki bir binada ise “Bratislava Müzesi” bulunuyordu. Küçük, basit bir müzeydi, burası. Ufak tefek etnolojik malzemeler ve sanatsal içerikli birkaç eser vardı…
Bratislava’nın görülesi yerlerinden birisi olan Kale, aslında bir şato idi. Bu bina, kente egemen bir tepe üzerindeydi. Kalenin içerisi bakımlı ve temizdi. Aslında buraya park da denilebilirdi.
Kale-Şatodan aşağıya bakınca binlerce şiire ve yüzlerce türküye konu olan Tuna Nehri görülüyordu. Nehir eski ve yeni Bratislava’yı ikiye ayırıyordu. Kuşkusuz iki yakayı birleştiren köprüler vardı. Tuna aslında, Çekoslovakya-Avusturya sınırını da belirliyordu. Batıya doğru 35 Km.lik müşterek sınır halinde uzayan Tuna, oradan Avusturya sınırları içerisine giriyordu. Kalenin tepesinden, Avusturya toprakları net olarak görünüyordu. Çünkü mesafe çok yakındı. Avusturya’ya ait bir köydeki yaşamı da seyredebilmek mümkündü…Sınır boyunca Avusturya askeri yoktu. Ama Çekoslovakya yakasında askerler vardı. Çünkü o dönemde sosyalist ülkeleri yönetenler, kendi insanlarının başka ülkelere kaçmasını önlemek için böylesine önlemler alıyorlardı; hatta kaçmak isteyenleri vurup öldürüyorlardı!... Bratislava’nın 1700 Yıllık bir kent olduğunu söylemişlerdi. Nüfusu yarım milyona yakındı. Slovakya’da Macarlar, Almanlar ve Çingeneler de yaşıyorlardı. Salt Bratislava’da 40 Bin dolayında çingene vardı. Nitekim kentte dolaşırken, adım başında bunlara rastlamak mümkündü. Avusturya başkenti Viyana Bratislava’ya 60 Km. Macaristan’ın başkenti Budapeşte ise 200 Km.uzaktaydı.
Milan Odran ve Bernalokova
Slovakya’da bulunduğum süre içerisinde, Dr.Milan Odran, bana çok yardımcı olmuştu. İsteseydi o da Prag’daki Hellen gibi, programım dışındaki zamanlarda çekip gidebilirdi; ama gitmiyor, içtenlikle bana bir şeyler göstermek; bir şeyler öğretmek istiyordu. Hatta mali durumu iyi olmamasına rağmen, restoranda yemek ısmarlıyor ve evine davet ediyordu.
Dr.Milan Odran Yaşar Kemal’in “İnce Memet”, Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu”, Suad Derviş’in “Fosforlu Cevriye” romanları ile “Türk Masalları” adlı bir kitabı Slovakça’ya çevirip, yayınlanmasını sağlamıştı. Ayrıca Türk kültürü ile ilgili birçok makale yazmıştı. Ben yurda döndükten sonra kendisini, Eskişehir’de düzenlediğimiz bir sempozyuma davet etmiştim ama, bilemediğim nedenden dolayı gelememişti!...
Slovak Folklorcularla
Bir akşam Prag’da, Luçnica adlı folklor topluluğu bayan elemanlarının yaptıkları provayı seyretmiştik. Aslında bu prova, benim için düzenlenmişti. Birbirinden güzel 20 Slovak kızının gösterileri gerçekten muhteşemdi. Bu topluluk 34 yıl önce kurulmuş ve dünyanın birçok ülkesinde, Çekoslovakya’yı temsil etmişti. Bana gösterilen oyunlar, konulu oyunlardı ve her oyunun bir öyküsü vardı. Konular ise, kırsal kesimden alınmıştı. O gün Bratislava’da hava günlük güneşlikti ve çok güzeldi. Dr.Milan’ın dost ilgisi ve bayan halk oyuncuların gösterileri, güzel bir gün geçirmeme neden olmuştu.
Ertesi sabah kalkıp da, pencereden dışarıya bakınca, yoğun bir sis olduğunu görmüş ve âdeta içim kararmıştı. İçimden, “İnşallah sis kalkar” demiştim… Dr.Odran, Kültür Bakanlığının tahsis ettiği otomobil ile gelip beni almış birlikte, 15 Km.ötedeki “Rusose” adlı köye giderek, kendilerine ait bir şatoda çalışmalar yapan Slovakya Devlet Halk Dansları Topluluğu’nu ziyaret etmiştik. “Sluk” adlı topluluğun başkanından bilgiler aldıktan sonra, bizim için yaptıkları gösterileri izlemiştik.
J i l i n a
17 Kasım sabahı 05.40’da kalkan otobüsle, Bratislava’dan ayrılıp, Jilina kentine müteveccihen yola çıkmıştık. Jilina Slovakya’nın 4. Büyük kentiydi ve kentte 80 bin dolayında insan yaşıyordu. Etnograf Bn.Eva Monukova, Şkoda marka bir minibüsle gelmiş ve “hadi gidiyoruz” demişti. Şoförümüz Jan Horvat’tı. Horvat 7 Çocuk babası ve 23 yıllık bir şofördü. Bizi Malafatra Dağı eteklerindeki Çiçmany ve Terchova köylerine götürecekti.
Çiçmany
Çiçmany köyüne varınca doğru Etnografya Müzesine gidip gezmiştik. Burası aman aman bir müze değildi! Ama bir köyde, böyle bir müzenin bulunuşu takdire değerdi. Aslında köyün kendisi bir müze gibiydi. Zira bütün evler ahşaptı ve duvarlarına boya ile basit ve çeşitli şekiller çizilmişti.
Köydeki bir gözlemim o idi ki, kentte ne varsa, adamlar köye de getirmişlerdi. Keza kentteki insan nasıl yaşıyorsa, köydekinin yaşama seviyesi de aynıydı.
Müzeyi ve köyü gezerek biraz yorulmuş ve köydeki restoranda oturup birer bira içerek dinlenmiştik.
Terchova
Malafatra Dağının, karlı doruklarına biraz daha tırmanmış ve ünlü ve sevimli eşkıya Janoş’un köyü olan Terchova’ya ulaşmıştık. Burada öncelikle Janoş adına oluşturulan müzeyi gezmiştik. Burası aynı zamanda köyün etnograf müzesiydi. Bu köyde bir de Jozef Muran adındaki yaşlı bir kişiye ait özel etnografya müzesi de vardı. O tarihte hayatta olan şahıs evini müze haline getirmiş ve kendi topladığı etnografik malzemeleri sergiliyordu. Kendisi de, müzenin yanında inşa ettiği bir başka evde yaşıyordu.
Terchova köyünün en önemli özelliği, burada yaşayan insanların hepsinin birer enstrüman çalabilmeleri ve türkü çığırmalarıydı. Bu insanların bir kısmı okudukları türkülerden oluşan plaklar yapmışlardı.
Köyün nüfusu 4800 idi. Evler dağın eteklerine kurulmuştu. Burada her yıl haziran ayının son haftasında Januşi Günleri adıyla, ulusal bir festival yapılıyordu. Bunun için ormanlık alan içerisinde dinlenme tesisleri ve oteller yapılmıştı. Dağdaki Vihodna Köyü’nde de bir festival düzenlendiğini söylemişlerdi. Tabii her Noel’de de kendilerine özgü şölenler yapıyorlardı.
Juraj Janoşik
Juraj Janoşik, tüm Slovakların efsane kahramanı idi. Adı eşkıya olarak anılmıştı ama; bizim Köroğlu ve Çakırcalı Mehmet Efe gibi, zenginden alıp, yoksula veriyordu. Dr.Milan Odran onu İnce Memed’e benzetiyordu. 15-20 Kişilik çetesiyle orta ve kuzey Slovakya’yı dolaşarak, feodallerin şatolarında ve yollarda soygunlar yaparak, elde ettiği mal ve parayı, köylülere dağıtıyordu.
Juraj Janoşik 1688’de doğmuş; din eğitimi almış ve papazlık yapmıştı. Meyhanede çalışan bir kadına âşık olmuş, haftada bir kez bu kadınla buluşmuştu. Bunu tespit eden güvenlik güçleri, takip ederek yakalamışlar ve hakkında verilen idam kararı gereğince 1713 Yılında Liptovski Mikloş adlı köyde asılarak öldürülmüştü. Onun hayatı ile ilgili destanlar yazılmış; filmler, heykeller, tablolar, tiyatrolar yapılmıştı. Halk oyunları toplulukları, onun yaşamını konu alan oyunları sahnelemişlerdi.
Bratislava’ya dönüş
Saat 11.00’de trenle Jilina’dan hareketle, 3,5 saatlik yolculuktan sonra Bratislava’ya ulaşmıştık. Kompartmandaki 6 kişiden 3’ü Slovak, biri Bulgar, biri Paris’ta yaşayan bir Rum, biri de bir Türk (yani ben). Biletimiz birinci mevki idi ama, bu külüstür trenlerde, birinci ile ikinci mevki arasında pek fark yoktu! Biraz doğayı seyrederek, biraz da uyuklayarak başkente gelmiştik.
Kızgınlıklarımı aktardığım sevgili Milan Odran, bana haber vermeden telefon ettiği için, Kültür Bakanlığı Dış İlişkiler Bürosu şefi Bn.Somogyiova, tren istasyonuna karşılamaya gelmişti. Üstelik bir de Bakanlığın tahsis ettiği otomobille, birlikte…O gece yarısı yine trenle Prag’a hereket edecektim. Hareket saatine kadar aynı otelde bir oda tahsis edilmiş; ayrıca yanlışlıkla alındığı belirtilerek, daha önce ödediğimiz parayı da geri vermişlerdi!...
Bratislava’daki son akşam yemeğini Milan ve eşi Serafimova ile birlikte yemiştik. Meydana gelen aksaklıklara benim kadar üzülen Milan, akşam yemeği ücretini de ödemişti. Karısıyla birlikte tren istasyonuna kadar gelip beni uğurlamaları ise, içten dostluklarının bir göstergesiydi…
P R A G
19 Kasım 1982 Sabahı saat 06.30’da Prag’a gelmiştim. Beni karşılayan Hellen’le International oteline gelmiş ve yerleşmiştim. Ertesi gün de Sofya üzerinden yurda dönmüşüm…
Prag'da