Nikâh akdinin geçerli sayılması iki tarafın isteğine bağlı olduğundan 1830 tarihinde Fatma adlı bir kadın,
Kocası Halef üzerine açtığı davada amcası olan Ali'nin kocasının kız kardeşini kaçırdığını ve bunun üzerine amcası Ali'nin de kendisini zorla Halefe verdiğini bildirmiş, bunun üzerine nikâh geçersiz sayılmıştı. 27 Aralık 1829 tarihinde ise Mola Halil karısı Cumhûre üzerine açtığı davada, 4 sene önce nikâh, yaptığını ancak karısının kaçarak, Develi köyünde bir başkası ile evlendiğini belirterek kendisine teslimini istemiş, kadının Molla Halil'in kendisini zorla kaçırdığını bildirmesi üzerine nikâhları bozulmuştu. 1830 tarihinde yine buna benzer bir davada Mehmed b. Ömer, Bakkaloğlu Mehmed'in karısını zorla kaçırarak nikâh kıydığı için dava etmiş, ancak görülen davada Mehmed b. Ömer'in karısını boşadığı anlaşılmış ve davası reddedilmişti . 1829 tarihli bir hücceten anlaşıldığına göre, bu tarihte Ali karısı Zeyneb'in kendisini terkettiğini bildirerek teslimini istemiş, ancak kadının zorla kaçırıldığım ve nikâh yapıldığını bildirmesi üzerine Ali'nin de davası reddedilmişti. Aynı dinden iken evlenen iki kişiden biri sonradan dinini değiştirirse, onların da nikahlan geçersiz sayılıyordu. Meselâ 30 Kasım 1826 tarihinde Elşer adlı Yahudi bir kadın, İslâm dinini kabul ederek Esma adını almış olduğundan "....islâm evlâdı olduğu dâhî takririnden nümayân ve kelime-i şahadet getirüb fasîh-i edâ eylediği...." için kocası Yakop ile olan nikâhları geçersiz sayılmıştı . Bu arada kocası ölen bir kadın ölen kocasından çocuk beklemediğinin anlaşılmasına kadar bir başkası ile evlenemez, ancak bu durumu belli olduktan sonra yeniden evlenmesine izin verilirdi. Bu bekleme süresine ise iddet müddeti denilirdi.