Diyarbekir’lilerin bir kısmı iftardan sonra evinde içmezdi çayını, hemen bu çayhanelere koşar, yatsı ezanı okunasıya kadar artık kaç tane çay içebilirse içerdi. Teravih namazı çıkışında da müşterileri bulunurdu çayhanelerin, bazıları çok kalabalık olurdu, çünkü buralarda “cenk” kitapları okunurdu.
Günümüz televizyon dizilerinden çok daha fazla ilgi toplardı bu cenk kitapları, çünkü hemen hepsi Hazret-i Ali (r.a.)’nin kahramanlıklarını anlatan kitaplardı.
Bir cümlesini değil, bir kelimesini kaçırmak istemezdi dinleyenler, bazen okuyucu kişi sorardı: “nerede kalmıştık?” cevabını ise dinleyicilerin tamamı tek bir ağızdan verirlerdi:
‘Hazret-i Ali, Hayber’in kapısını tek başına açtı’ diyerek…
Bugünkü gibi sıcak yaz günleri yaşanan Ramazan akşamlarında insanlar çayhanenin dışında otururlardı, orijinal Diyarbekir kürsüleri ve bir küçücük masa…
Demli çaylar yudumlanırken koyulaşan sohbetler, öbek öbek olmuş insanlar günlerini nasıl geçirmişler anlatırlardı.
Çayhaneler dedik ama, isimlerini anmadık, çoğu Ulu cami etrafında idi bu çayhanelerin denebilir ki en meşhuru ‘Afganlı Hacı’nın çayhanesi idi, çayhanenin kurucusu babasını görmedim ama, merhum ‘Hacı Kadri Afgan’lıyı iyi tanır, severdim, zira dostluğumuz vardı.
Bu kişi her akşam iftara beş on dakika kala Ulu Camiye biraz iftarlık malzeme götürür birinci safa dizerdi.