Vefatının 750'nci yıl dönümünde büyüklüğü önünde birlikte eğildiğimiz Mevlana Celaleddin-i Rumi H. 604 (M. 1207) yani Anadolulu Celaleddin Efendi’nin ne dillerin tarifesine, ne de fani ve dar gönüllerimizin sevgisine sığabilecek şahsiyetlerdendir. Onun dili dilsizliktir, yeri de yetersizliktir. Mevlana Celalettin-i Rumi hakiki bir alim ve mürşittir, hakiki bir insaniyetçi ve hakiki bir İnsan-ı Kamildir, hakiki bir ahlakçı ve vücudu mutlakın hakiki bir aşığıdır.

Felsefik düşüncelerinin yanı sıra, Mevlana aynı zamanda fevkalade bir şair, bir hakim, bir mutasavvıf, bir arifi, bir filozof, bir sofilik, bir aşıklık ve müstesna bir dahiydi. Beşeriyet için meziyet ve fazilet olan her sahada Kemalini göstermiştir. Turanda, İran’da, Hindistan’da, Şarkta, Garpta sözlerindeki cevherlerden kalplerin üzerine yüksek namını tebcil eden abideler dikmiştir.

İran tasavvufî edebiyatının panteist olmak bakımından belki de en büyük ve kuvvetli temsilcisi sayabileceğimiz Mevlana Celaleddin-i Rumi, günümüz İran’ın Belh Şehrinde dünyaya gelmiştir.Mevlana çok yüksek bir tahsil gördü. Asrının en büyük âlimlerinden en yüksek ilimleri okudu.  Soyu sopu hep urefa ( irfan sahibi kimse) ve ulema olan Mevlâna’nın babası Sultanül-ulema Bahaeddinül veled Mehmedi Belhî, mürebbisi: Seyid Sırdan Burhaneddin Muhakıkı Tirmizî, müsahibi hem efkârı: Meşrıkı-envâr Şemsüddin-i Tebrizî gibi her biri irfan âleminin en seçkin, en yüksek makamlarına yücelmiş olan değerli ve müstesna zatlardı.

Mevlana aynı zamanda ‘‘Rabab’’a (telli bir çalgı) bir tel ilâve edecek kadar musiki fenninde de derin bir üstattı. Bulunduğu asrın taassubu içinde Ney, Çenk, Rabab, Tef çaldırarak manevî ve ruhani bir raks ile ibadet âlemi tesis etmek büyük bir inkılâptır. Nitekim gözlerde büyülen semazenlerde ki uyuşma, bunun en büyük kanıtıdır. O yüzden Mevlana, yalnız kendi önünü aydınlatan bir ışık değildi. Bütün insaniyet âlemini aydınlatan, onlara nur şehrahları (onların büyüleri) açan bir ilim ziyası, bir irfan güneşi idi.

Mevlana, insan kütlelerini parçalayan, insan ruhlarını zincirleyen, insan gönüllerini esir eden bütün bağları ve inananları bir tek varlığın ateşinde eritmek için yaşadı. Kendisi de o ateşte eriyerek ince bir varlık halinde kendinden sonra gelenlerin gönüllerine sindi. Cami, kilise, savma ve daha ne kadar tapınak varsa hepsini bir bir gördü. Hepsindeki insanları Bir’e tapınanlar halinde gösterdi. ‘‘Her peygamberin, her Velinin bir mesleği vardır. Fakat değimi ki hepsi, halkı hakka ulaştırıyor, birdir.’’ Mevlana öldüğü gün, ona ağlayanlar yalnız Müslümanlar değildi. Cenazesinde göz yaşı döken Müslümanların dışında da pek çoğu vardı. Çünkü Mevlana’nın en çok önem verdiği ilkeler sabır, kanaat, feragat, tahammül, maddi tutkulardan sıyrılmak, doğruluk… gibi ruha sükun, teslimiyet ve asillik veren ilkelerdir. Bu ilkelerin amacı, insanlar arasında renk, cins, ulus, zenginlik, güzellik, iktidar… itibariyle hiçbir hiyerarşi farkı gözetmemek, her var olan canlı ve cansız yaratığı, tanrısal varlığın bir maddi ve fani yansıması ve işareti olduğunu dikkate alarak hepsini sevmek, hepsini yüceltmek, hepsine karşı saygı duymaktan ibarettir. O yüzdendir ki, Mevlana 1273’te 69 yaşında vefat ederken herkes kendisini ‘‘Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol’’ sözüyle anmıştır. O yüzden Celaleddin-i Rumi’nin felsefesi, bütün insanlığı içine alan bir genişlikteydi. Orada yabancı yoktur. Herkes ilahi kaynaktan bol bol içebilir.

Mevlana Hazretleri, 23 yaşında pederinin yerine Müderrisliğe başlamıştır. 57 yaşında bütün dünyanın dikkat ve alakasını çeken ve halen de çekmekte olan ‘‘Mesnevi’’ adlı ölümsüz eserinin ilk 18 beytini Hicri 622 senesi Recep ayının on beşinci gününde tesadüf eden Berat Kandilinde yazmaya başlamış, Hicri 668 senesinde ikmal etmiştir. Fahreddün Attar, Mevlana Hazretleri’nin en değerli eseri olan ‘‘Divan-ı Kebir’’ de 97.700 ve ‘‘Mesnevi’’ adlı eserinde ise 25-26 bin küsur beydi olduğunu ifade etmiştir.

Mevlana, ölüm gününü ‘‘Şeb-i Arus’’ yani düğün günü olarak belirtmiştir. Böylelikle insanın cismi şekilde yaşarken esir bir hayat sürdüğünün altını çizmiş, büyük bir düşünce oluşturmuş, ölümden korkulmayacağını, hatta ölecek kişinin bir gelin, b,r damat gibi olduğunu, kavuşacağı sevgilisinin ise, cismen tarif edilmeyen ‘‘Aşıkların-Aşkı’’ ALLAH (C.C) olduğunun altını çizmiştir. Gençler ile bir araya geldiğinde ‘‘Beni toprakta aramayın, sevenlerin gönlünde arayın.’’ Diyerek de, insanların kendisine hayran olmasını tekrardan sağlamıştır. Peygamberimiz (S.A.V)’in ‘‘Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin’’  hadisine uyarak ta bütün eserlerinde dinimizin bir sevgi ve barış dini olduğunu bütün insanlığın bir bütün olduğu gerçeğini anlatmaya çalışmıştır. İşte o yüzden onun eserleri bütün cihana yayılmış, bütün insanlık onu sevmiş ve benimsemiştir, dolayısıyla dünyanın her tarafından gelen canlarla türbesi dolup taşmaktadır. Esasen Mevlana, muayyen bir din ve milliyet sınırlarını çoktan aşmış bir zattır. Onun ideolojisi tenkitsiz bir ümanizmdir (İnsancıl-İnsana dönük) denebilir.

‘‘Bu cihan fanidir, diye cihana hor bakma, zira hak, akıbet onu beka alemi yapar.’’ Sözü; cemiyet, fert, vahdet bakımından ne derin bir hikmet felsefesidir. Ayrıca ‘‘Hırsı bırak, kendini boş yere harcama, şu toprak altında çırakta bir, ustada.’’ Diyerek eşitlikten yana ve büyüklük taslanmasından sivri bir tavır takındığını öğrenmekteyiz. Mevlana’nın fikir ve felsefesinde hayat, vahdet, aşk esastır. Onun için fikirlerinde, sözlerinin nükte ve felsefesinde mucizeler yaratmıştır.

‘‘Yunan filozoflarının hikmeti, nefsin ve havanın verdiği vesvesedir. Ehl-i İmanın hikmeti ise Peygamberin buyurduklarıdır.’’ Diyerek felsefe ile tasavvufun ayrı ve bir birine aykırı olduğunu açıktan açığa söylüyor, yine o kaside de İbn-i Sina gibi bir dehayı, ‘‘Aklı sahibi için Manevi rahiyayı (güzel, hoş koku) Hazreti Ali’den ara. Ebu Ali’nin kokusu kerihtir.’’ Demekten çekinmiyor. Ayrıca hep birlikten ve beraberlikten yana olan Mevlana Hazretleri, ‘‘Tatlı suyun başı kalabalık olur.’’ Cümlesiyle birliğin ve beraberlikten bahsetmiştir.

Mevlana hümanizm müessesesini 13’üncü asırda dünya çapında ölümden kurtaran adamdır. Onun büyük bir talihi vardır. En büyük Türk şairi Yunus Emre’ye fikirlerini aşılamış olması.

Papa VI. Paul’un, Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri’ne maneviyatlarından ötürü şu sözü çok kiymetlidir;

‘‘İslam’ın büyük mütefekkir ve mutasavvıfı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin manevi huzurlarında bütün Hıristiyanlar namına hürmetle huşu ederek arz-ı tazimat eylerim.’’              

    -Papa VI. Paul

Bizlerde, düşünce özgürlüğünü ‘‘O’’ndan, inanç özgürlüğünü ‘‘O’’ndan, sosyal riyayı nefsimizden korkmayı, olduğumuz gibi görünmeyi, ya da göründüğümüz gibi olmayı ‘‘O’’ndan öğrenmek için… Evet, Mevlana’ya göğe bakarken anarım…’’

Saygılarımla…