Özbek Yazarlar Birliği’nin çağrısıyla, 1985 yılında ez gittiğim Özbekistan başkenti Taşkent’te Moskova otelinin 21. Katındaki odama yerleştikten sonra, yazar dostlarla çıkıp, bir süre dolaştıktan sonra odamda istirahate çekilmiştim ki, az sonra, şiddetli bir depremli sarsılmış, korku ve endişeyle bildiğim bitim duaları okuyup, tevekkül içre, odamda oturup, beklemiştim!.

Bana rehberlik eden kişi, kısa bir süre sonra telefon ederek, kendisinin otelin dışında olduğunu söyleyip, “hemen gel” demişti. Ama ben, sarsıntıların bitmesinden sonra çıkmıştım.   

O gün anlatmışlardı ki; “Taşkent yeniden inşa edilen bir kent idi. Zira 26 Nisan 1966 tarihinde meydana gelen deprem, Taşkent’i yerle bir etmişti!..” O depremin merkez üs’ünün bulunduğu yere görkemli bir anıt dikmişlerdi. Burada sembolik bir de saat bulunuyordu ve o saat tam 05.30’u gösteriyordu. Yeni evliler, kimi mekânları ziyaret ederken, bu anıtı da ziyaret edip, çiçek bırakıyorlardı. Nitekim ben bu anıtı ziyaret ederken, evlenecek beş çift de gelip ziyaret etmişlerdi.

1977 yılında Taşkent metrosu inşa edilmiş. Bu metronun bütün duraklarında, Özbek sanatçıların eserleri resmedilmiş; Büyük şair Alişir Nevai’nin Hamse’sinden alınan minyatürler çizilmişti. Ayrıca Taşkent’in en büyük caddesine, Alişir Nevai’nin adı verilmişti.

Eski adı Şaştepe olan Taşkent, 11. yüzyıldan beri var olan bir kent idi. 1983’te kentin 2000. yılını kutlamışlardı. Taşkent sözcüğünü ilk olarak ünlü bilgin Biruni kullanmıştı.

Kentin geniş alanlarından birisinde bir erkek ve kucağında çocuklu bir kadın olduğu görkemli bir anıt dikkati çekiyordu. “Kahramanlık Anıtı” denilen bu yapı dayanışmayı, kahramanlığı, güçlülüğü simgeliyormuş…

O tarihteki verilere göre, Özbekistan’ın nüfusu 18 milyon. Nüfusun 2 milyonu başkentte yaşıyor. 447.400 km2 alanın % 60’ı çöl (Karakum, Kızılkum, Açkum, Mirzaçöl vb). % 20 ise dağlık arazi. İskâna açılabilen alan ise ülke yüzölçümünün sadece % 20’si kadar!.. Ülkede; Özbek (% 68), Rus (% 13), Tatar (% 5), Kore (% 1,5), Tacik, Kırgız, Karakalpak, Ukraynalı, Ahıskalı vb. ulusları yaşıyor. Ülkenin eski başkenti Semerkand iken 1930’da Taşkent’i başkent yapmışlardı. Bu ilk Özbekistan seyahatinde, ülke hakkında birinci derece yetkililerden ayrıntılı bilgiler almıştım

Amu Derya ile Sir Derya nehirleri, Özbekistan’ı sağdan soldan sararak Aral Gölü (Denizi)’ne dökülüyorlardı. Nehir suları, sulama işlerinde kullanıldığı için, Aral’ın suyunun azalmakta olduğu söyleniyordu. Nitekim sonraki yıllarda gölün sularının iyiden iyiye çekilip kurumakta olduğu görülmüş ve ne gibi önlemler alınması gerektiği hususunda bir hayli çaba harcanmıştı. Böyle giderse 2600 km uzunluğunda kanal kazılarak Sibirya suyunun getirileceği söylenmişti!...

II. Dünya Savaşı, SSCB’nde milyonlarca insanın ölmesine sebep olmuştu. Savaştan sonra yetim kalan 300 bin çocuk Özbekistan’a gönderilmişti. Bu çocuklar Özbek ailelere dağıtılmış ve yetiştirilmişlerdi. Demirci Şahahmed Şahmuradov ile karısı da birkaç çocuğu evlerine alıp doyurup beslemişler, okutup adam etmişlerdi. İşte bu karı-koca ile yetiştirdikleri çocukların heykelleri Dostluk Meydanı’na dikilmişti.

Tanrı Dağlarından doğup gelen Çir-Çik Nehrinin bazı kolları, Taşkent’in kenarından akıp gidiyordu… Eski kervan yollarının kesiştiği noktadaki “Çor-su” da, Taşkent’in bilinen mekânlarından birisiydi. Bir uçtan öteki uca mesafesi 30 km olan Taşkent’in çevresi de 78 km idi.

Taşkent’te görmem gereken tüm mekânları görmüş; özellikle Eski Taşkent’te bol bol fotoğraf çekmiştim. Örneğin İş’ani Harabatî Mescidi’ni görmüş; buranın bakımını yapan Kutbettin Abdülgaffar Mohsin’le tanışıp, bir süre sohbet etmiştim. Restorasyonu yedi yıl süren bu mekânın çevresinde 2500 kabir varmış. El Harezmi heykeli, İbni Sina Hastanesi önündeki İbni Sina heykeli, görüp fotoğraflarını çektiğim yapılardı.

***

1989 yılında bir jübile toplantısı için davet edildiğim Kırgızistan’daki etkinlikler tamamlandıktan sonra,  Bişkek’ten kalkan dev İlyuşin uçağı ile 1,5 saatlik uçuştan sonra Taşkent havaalanına inmiştim. Yazar dostum Muid Hakimov beni karşılamış, yine Özbekistan oetilene götürüp, yerleştirmişti. Sonra birlikte Gafur Gulam yayınevine giderek genel müdür Hasanbek Törebekoğlu ile görüşmüştük. Bu görüşmenin nedeni, kendilerine göndermiş olduğum, “20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi”ydi. Orada Özbek şairler  Rauf Parfi, Muhammed Salih, Hurşid Davran da vardı. Yayınevinden çıkıp Miad’ın konuğu olarak Taşkent Restoranda öğle yemeği yerken Başkent’te böylesine güzel bir restoranın açılmış olmasına memnun olmuştum. Zira yemekler de servis de gerçekten çok güzeldi.

Yazarlar Birliği

Öğleden sonra Yazarlar Birliği’ne giderek Başkan Adil Yakubov, Sekreterler Miraziz Azam ve Muhammed Ali Mahmudov, Şair Tora Mirza, Araştırmacı-Yazar Naim Kerimov ile yararlı bir toplantı yapmıştık. Başkan Adil Yakubov aynı zamanda milletvekili idi. Toplantı esnasında Birlik bünyesindeki Kırım Tatar seksiyonunun şefi olan Safter Nagayev de gelmişti.. Akşam yemeğini Miad ve Naim’le birlikte Şaşlık Kooperatifi’nde yemiştik. Burası bir evin avlusundaki aşçı dükkânıydı ve tüm aile bu dükkânda çalışıyorlarken, çocuklar da avluda oynuyorlardı.

Ertesi sabah kalktığımda Taşkent’te pırıl pırıl açık ve güneşliydi bir hava vardı. Ekim ayı ortalarında olmamıza rağmen hava sıcaklığı 28 derece idi. Başkentin kuru ve temiz bir havası vardı. Öğle yemeğinde de Miad, Malik Muradov ve Safter Nagayev’le beraberdik. Kırım Tatarları Bilindiği gibi II. Dünya Savaşı sonrasında Stalin despotu, Kırım’daki Tatar Türklerini bir gece aniden vagonlara doldurup Orta Asya’nın içerilerine ve Sibirya’ya sürgün etmişti! Özbekistan’a sürgün edilen grup içerisinden çok değerli yazarlar ve şairler çıkmış; bunlar Özbek Yazarlar Birliği içerisinde örgütlenmişlerdi. Örgüt “Yıldız” adlı bir dergi yayınlıyordu. Genel yayın yönetmenliğini Haydar Osman’ın yaptığı derginin sorumlu müdürü Rıza Fazıl, yardımcısı ise Çerkez Ali idi. Rıza Fazıl ve Safter Nagayev yıllar sonra Kırım’a döndüklerinde, onlarla Akmescit’te tekrar buluşmuş, görüşmüştür.

Gerek Özbekistan dışında yaşayan Özbekler’le ilişkinin sürdürülmesi, gerekse Özbekistan’ın harici ülkelerde tanıtılması amacıyla 1967 yılından itibaren “Aydın” adlı gazete yayımlanıyordu. Latin ve Arap alfabesiyle, ayda iki kez yayımlanan gazetenin genel yayın yönetmeni dostum Miad Hakimov’du. 10 bin tane basılan gazetenin tamamı harici ülkelere gönderiliyordu. Tespit ettiklerine göre Özbekistan dışında 2 milyon Özbek yaşıyordu ve bunların 30 bini Türkiye’de, çoğu Afganistan’da, ABD ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde idi.

Bir akşam Evril Turan mahlası ile yazan Mehmet Ali Mahmudov’un evine davet edilmiştim.. Evril, Türkiye’den gelen herkesi evine davet edip sofra kurmuştu. Benim onuruma kurduğu sofrada Miad Hakimov, Rauf Parfi, Safter Nagayev, Server İspahi, Tora Mirza, Hamrakul Askar da bulunuyorlardı. Yemekte konu Halk Cephesi’nden açılmış, Tora Mirza, orada bulunanları, ertesi gün yapılacak olan mitinge davet etmişti. Mitingin sebebi, Komünist Parti’den ihraç edilmiş olan Abdürrahim Polat için verilen kararı protesto etmekti. Abdürrahim Polat’la ben de tanışmıştım; ağır başlı bir kişiydi.