Gerçek Kardeşlik
Libya’ya İlk kez 1978 yılında gittim. 1919 yılındaki ikinci seyahatten sonra 10 yıl gitmediğim bu kardeş ülkeye 2011 yılına kadar 8 kez gidip, görülesi her yerini gezip görebilme olanağını buldum. Benim son Libya seyahatimden sonra, Libya yerle yeksan olduğu gibi, Muammer Kaddafi de, katledildi.
Sonra ülke içinde silahlı çatışmalar ve yoğun bir kargaşa hüküm sürdü. O durumda Kardeş bildiği Türkiye Cumhuriyeti, Libya’nın yanında yer aldı. Yeniden başlayan Türkiye Libya kardeşliği sayesinde ülkemiz Doğu Akdeniz’de hak sahibi oldu ve ülkemiz adına kazanç sağlandı.
Türkiye Libya gerçekten kardeş iki ülkedir. Kıbrıs Barış Harekâtımızda, Libya bütün gücüyle bizi destekledi. O kadar ki, Devrim Komuta Konseyi toplanmış ve 4 maddelik şu kararlar alınmıştı:
Madde-1 Libya Arap Cumhuriyeti gerektiği takdirde Hava, Deniz ve Kara Kuvvetlerini Türk Genelkurmayı Harekat Dairesi Başkanlığı emrine verecektir.
Madde-2 Türkiye’nin bütün petrol ve benzin ihtiyacı Libya’dan sınırsız olarak karşılanacaktır.
Madde-3 Türkiye gerekli gördüğü ve ihtiyaç duyduğu takdirde, hangi devletten, ne miktarda uçak, tank ve deniz aracı ile askeri mühimmat alırsa, bunların ödemesini, karşılıksız olarak Libya Arap Cumhuriyeti karşılamaya hazırdır.
Madde-4 Gerek gördüğü takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün askeri malzeme ve araçlarının yedek parça ihtiyaçları Libya Devleti tarafından karşılanacaktır.
Bütün bunlar, o tarihteki yazılı basında yayımlanmıştır. O günkü kamuoyu bilir ki, Türkiye’ye gönderilen bir uçak dolusu silah ve cephanenin, uçağa yüklenmesinde fiilen Kaddafi de yer almıştır.
Kaddafi döneminde, Türk müteahhitleri Libya’da çok iş almışlar, iyi para kazanmışlar ve adeta orada eğitim yaparak, ünlerini dünyanın çeşitli ülkelerine yaymışlardır.
Bir yandan gazeteci sıfatımla, öte yandan kooperatifçi ve kültür adamı olarak, birçok büyükelçilikle temaslar kurarken, Libya Büyükelçiliği ve özellikle de kültür merkezi yöneticileriyle samimi ilişkiler oluşturmuştuk. O tarihte Maltepe’deki büyük bir binada faaliyette bulunan Libya Kültür Merkezi Müdürlüğünü, aynı zamanda diplomat olan Ali Hadi El-Şerif yapıyordu. Bir gün beni aramış ve “pasaportunu getir vize alalım, Libya’ya gideceksin” demişti. İki gün sonra Ankara’dan İstanbul’a uçmuş; 30 Ağustos 1978 günü saat 16.00’da, Libya Arap Hava Yolları uçağı ile havalanmış ve 2,5 saatlik uçuştan sonra Bingazi alanına inmiştik. Bingazi hava alanı şeref salonunda bir saat kadar bekledikten sonra tekrar uçarak, akşam saatlerinde Trablus’a ulaşmıştık.
TRABLUS –TRİPOLİ
Trablus hava alanında Büyükelçimiz Mustafa Aşula, büyükelçilik görevlileriyle birlikte heyetimizi karşılamıştı. Zira heyette, çok önemli şahsiyetler vardı. Otele yerleştikten sonra, Büyükelçilikte yemek yemiş ve neredeyse gece yarısı olduğunda odalarımıza yerleşebilmiştik. Ben Beach Hotelde, Em.AlbayFelahattin Eralp’le birlikte kalmıştım.
Başkent Trablus çok, ama çok geri kalmış bir kent görünümündeydi. Belediye hizmeti görülmüyordu. Devrimin 9. Yıldönümü kutlamalarına 70 ülkeden yüzlerce insan davet edilmişti. Sıradan bir memurun dışında karşılama ve ağırlama yoktu. Türkiye’den, İstanbul Valisi, milletvekilleri ve önemli kişiler gelmişti ama, bunlara sıradan insan muamelesi yapılmıştı. Örneğin Trablus valisi alana gelip, İstanbul valisini karşılamalıydı…
Beach Hotele yerleştirilen Türkiye delegasyonu şu zevattan oluşuyordu:
İhsan Tekin (İstanbul Valisi), Vamık Tekin (Milletvekili), İlyas kılıç (Milletvekili), Ekmelettinİhsanoğlu ve eşi (İ.Ü.Fen Fakültesi Öğr.Üyesi), Felahettin Eralp (Libya Derneği Başkanı), Prof.Dr.Nevzat Yalçıntaş, Halit Akgüner (İzmir’deki Libya Derneğinden), AnadolTangüner (Gazeteci), Yaşar Doğrualp (Şeker-İş Genel Başkanı), Ahmet A.Keskin (Çimse-İş Genel Başkanı), Hasan Soysal (Gazeteci), Orhan Koloğlu (Basın-Yayın Genel Müdürü), Prof.Dr.Emel Doğramacı (Hacettepe Üniversitesi), Kenan Akın (Gazeteci), Cemil Karababa (Ressam), İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Org.Kenan Evren (Genelkurmay Başkanı) ve beraberindeki heyet.
O tarihte, T.C.’nin Trablus Büyükelçisi Mustafa Aşula, Müsteşar Emre Ertürer, Başkâtip Nurettin Nurkan’dı.
Ertesi sabah, İzmir’deki Türkiye-Libya Derneğinin başkanlığını yapan Halit Akgüner ile aynı masada kahvaltı yapmıştık. Halit bey aslen Libyalı idi ve Turgut Reis’in soyundan geliyordu. Ağabeyinin oğlu Ali otele gelerek, evine götürmek istemiş, Halit bey ise yanında benim de olmamı istemişti. Akşam ise Halit beyin bir başka akrabası Nori bey, evine götürürken, bu kez yanımıza Felahattin albayı da almıştık. Nori’nin evi tam bir saraydı. NoriSharef Ratemi (Nuri Şerif) gümrük komisyonculuğu yapıyordu. Cemahiriye meclisinin üyesiydi. Zaman zaman Türkiye’ye gidiyor ve Halit beyin evinde misafir oluyordu.
Nori bey evinde bizi çok güzel ağırlamıştı. Sonra arabasıyla kent içinde biraz dolaştırmış; Şüheda meydanını da yaya gezmiştik. Şüheda, yani şehitler meydanı, özel olarak düzenlenmiş, geniş bir meydandı ve tüm bayramlar, törenler burada yapılıyordu. O gün alanda halk oyunları topluluklarının gösterileri vardı ve çok kalabalıktı. Çoğunluğu gençlerin oluşturduğu topluluk, Kaddafi sloganları atıyordu ve lidere çok bağlıydılar. Tabii devrimden de Kaddafi’den de memnun olmayan zümreler de vardı. Hatta ona suikast denemeleri de olmuştu. Örneğin, onun içinde olması gereken, ama bir nedenle son anda binmediği helikopterin düşmesi gibi… Bu nedenlerden dolayı Kaddafi başkente 1000 km.uzaktaki, askeri bir bölgede ve çadırda yaşaması, hatta sık sık yer değiştirmesi, filanca yere gidiyorum deyip, başka bir yöne gidişi, kimi çevrelerin onu ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerini önlemekti.
O gün milletvekilleri Vamık Tekin ve İlyas Kılıç ile Vali İhsan Tekin ve Prof.Dr.Nevzat Yalçıntaş kimi iş yerlerini dolaşarak bilgi almışlar; bizim sefaret mensupları ise onların peşlerinde koşturup durmuşlardı.
DEVRİMİN YILDÖNÜMÜ
Kaddafi ve arkadaşlarının kralı devirip, ihtilal yaptıkları tarih 1 Eylül 1969’du. Bu tarih, Libya’nın bayram olarak kutladığı tarihti ve biz Libyalı kardeşlerimizin bayramlarını kutlamak ve onların sevinçlerine ortak olmak için gelmiştik.
Bayram saat 20.05’de Şüheda Meydanında başlamıştı. Kale duvarının önünde tribünler ve ortasında da şeref tribünü vardı. Bu tribüne önce Genelkurmay Başkanı Ebubekir Yunus Cabir yer almış, sonra da 5-6 yaşlarındaki oğlu ile birlikte Başbakan Abdüsselam Callup gelmişti. Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Kenan Evren ve konuk devlet adamları da yerlerini aldıktan sonra, peşindeki koruma alayı ile birlikte Kaddafi gelmiş ve bir saat süren konuşmasına başlamıştı. Daha sonra askerlerin, askeri araç ve gereçlerin geçiş töreni yapılmış ve kutlamalar saat 02.00’ye değin devam etmişti. Son model tanklar, füzeler, her çeşit silahlarla Libya, galiba Afrika’nın en güçlü ordusunu oluşturma yönünde ilerlemekteydi?...
Şeref tribününde Kaddafi’nin sağ yanında Callud, sol yanında askerler oturuyordu. Tam arkasında ise Org.Kenan Evren vardı. Kaddafi bir ara, terini silmesi için Kenan Paşaya kağıt mendil uzatmıştı. Tribündeki yerini almadan önce merasim kıtasını denetlemişti. Elinde ince bir asa vardı. Yorgun görünüyordu.
Ankara’daki Kardeş Libya-Türkiye Derneğinin çabalarıyla, ressam Cemil Karababa’ya o günün parasıyla 40 bin TL masrafla, 26x15 m. ebadında (yaklaşık 400 metrekare) Kaddafi portresi yaptırılmış ve bu portre Trablus kalesinin burçlarından aşağıya sarkıtılarak asılmıştı. Bu o güne kadar yapılan Kaddafi portrelerinin en büyüğüydü.
DÜZEN DEĞİŞİKLİĞİ
Libya’da devrimle birlikte hızla düzen değişikliği yapılıyordu. Kaddafi üsteğmen rütbesinde ama, kendisinden daha kıdemli subaylar onun emrindeydi. Bu nedenle kendisini terfi ettirerek, albay olmuştu. Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenen Ebubekir Yunus, başka ülkelerin general olan genelkurmay başkanlarıyla temaslarında ast durumuna düşmemek için, general yapılmıştı!...
Tüm dükkanlar sabahtan öğleye kadar açılıyor; öğle ezanıyla birlikte kapatılıp, akşam saatlerinde tekrar açılıyor ve geç saatlere kadar da alışveriş yapılıyordu. Konakladığımız otelde de gece yarısına kadar musiki icra ediliyordu ve uyuyabilmek için, saat 03.00’ü beklemek gerekiyordu. Keza halk da geç saatlere kadar sokaklardaydı.
İŞÇİLERİMİZLE
Trablus’taki Türk işçileri otele gelip, delegasyonumuzdaki kişilerle tanışmak istiyorlardı. Bunlardan Hayrettin Gürel ile otelden çıkıp, Türk Çarşısına gitmiştik. Burası Osmanlı döneminden kalan yapılardan oluşuyordu. Bu bölgede bulunan Turgut Reis’in kabrinin de bulunduğu camiyi ziyaret etmiş, sonra yakındaki bir Türk kahvehanesinde oturup çay içerken, etrafımızda toplanan işçilerimizle sohbet etmiştik. Parkta çimenlere sere serpe uzanıp istirahat eden işçilerimizi görmüştük. Bu işçilerden ikisiyle yakındaki Grand otelin lobisine giderek, röportaj yapmış ve bu söyleşileri, o tarihte fiilen çalışmakta olduğum Gündem gazetesinde yayımlamıştım. İşçiler, çalışma şartlarının ağırlığından, hak ettikleri ücretlerin tamamını alamamaktan; Türkiye’de, kendilerinden para bekleyen ailelerine para göndermek çok zorlandıklarından yakınmışlardı.