Özellikle 1974 tarihinde yapılan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Barış Harekâtı sırasında, Libya Devrim Komuta Konseyi’nin almış olduğu kararlar, Türkiye’de Muammer Kaddafi lehine büyük bir kamuoyu oluşmasına neden olmuştu.

İstanbul ve Ankara’da yayımlanan gazete ve dergilerde, bu hususta çarşaf çarşaf yayınlar yapılmıştı. Şair dostum Ayhan İnal da “Libya ve Kaddafi Destanı” yazmış ve bu destan, kitap bütünlüğünde de yayımlanmış bilahare Destanın bir bölümü, ünlü bestekâr ve ses sanatçımız Necdet Tokatlıoğlu tarafından bestelenmişti.

        

Ankara’daki Libya Kültür Merkezi’nin tercümanı Faiz Türkkan’la birlikte düzenlediğimiz ve sunuculuğunu benim yaptığım bir konser düzenlenmiş; düzenlemede Ayhan İnal, şiirini okumuş, Tokatlıoğlu da bestesini seslendirmişti. Çok beğenilen konser, benimsenerek sevilmiş ve yinelenmişti. Devrimin 10. Yıldönümünde Tokatlıoğlu ve saz arkadaşları Libya büyükelçiliği tarafından Libya’ya gönderilerek, konserin orada da verilmesi sağlanmıştı. Tabii şair Ayhan İnal da grupla birlikte Libya’ya gitmişti. Benim de bu grupla Libya’ya gitmem söz konusu idi ama, daha sonraki bir tarihte Bingazi’de yapılacak bir düzenlemeye katılmayı tercih etmiştim.

Hülasa ben, 29 Eylül 1979 tarihinde, saat 18.00’de Yeşilköy’den havalanın uçakla, Bingazi’ye gidiyordum. Libya Büyükelçiliği, Türkiye’den kalabalık bir delegasyonu resmen davet etmişti. Libya Kültür Merkezi Müdürü M. Ali Hadi El-Şerif, tercüman Mehmet Anıl ve Libya Tanıtma Genel Müdürü Said Nuha da bizimle birlikte geliyorlardı. Heyetimizdeki gazeteciler arasında Kenan Akın (Tercüman), Şahap Gensoy ve Hale Vural (Tasvir), Anadol ve Sacide Tangüner (Serbest), Enver Altaylı (Hergün), Halis Evrenos (Ortadoğu), Cengiz Çandar (Cumhuriyet) ile Orta Doğu gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Zeki Saraçoğlu bulunuyordu. Ayrıca Prof.Dr.Nevzat Yalçıntaş, Prof.Dr.Halit Demir, Prof.Dr.Ergun Gökbulut, Prof.Dr.Ömer Kürkçüoğlu, Prof.Dr.Ekrem Pakdemirli, Dr. (Prof.Dr.) Arif Ersoy da heyete dahil olan bilim adamları idi.  İkibuçuk saatlik bir uçuştan sonra Bingazi hava alanına inmiştik. Biz alanda beklerken bir görevli pasaportlarımızı toplayıp, Libya’ya giriş işlemlerimizi tamamlamış, sonra da valizlerimizi alarak kente yollanmıştık. Bizi taşıyan araç Cezire otelinin önünde durmuş, delegasyonumuzdaki şahısların bir kısmı burada inmiş, birkaç kişiyle birlikte ben de Bingazi Üniversitesi öğrenci yurduna yerleştirilmiştik.

BİNGAZİ

Cezire otelinin önünde beklerken bir kargaşa meydana gelmiş; az sonra peşpeşe Suudi Arabistan Kralı Halid ve Muammer Kaddafi otele gelmişlerdi.

Libya’yı yönetenler, devrimin 10. Yıldönümünde, kutlama törenlerini ülkenin ikinci büyük kenti olan Bingazi’de yapmışlardı. Kaddafi’nin evrensel teori dediği, Yeşil Kitap ile ilgili toplantının da Bingazi’de yapılması planlanmıştı. Kaddafi’nin Suudi kralı ile buluşup birbirlerine sarılmaları da burada gerçekleşmişti.

Bingazi II. Dünya Savaşı’nda çok hasar görmüştü. Keza I. Dünya Savaşı döneminde de kanlı çarpışmalara sahne olmuştu. Bu nedenle kent yeniden inşaa edilmeye çalışılıyordu. Geniş caddeler açılmış; sahil boyunca modern binalar inşaa edilmişti. Şehirde planlı bir gelişme gözleniyordu. Bir yıl önce gördüğüm Trablus’a nazaran, Bingazi’nin gelişime daha müsait olduğu muhakkaktı.

KIRSAL KESİM

Libya hükümeti, kırsal kesimde yaşayan insanların, ülke ekonomisine katkılarını sağlamak ve bu insanların öncelikle kendi yaşamlarını iyi hale getirmeleri bakımından, 6000 çiftçi ailesine, bir traktör, bir seyyar su deposu, bir kamyonet, 60 koyun, 2 sığır, bir ahır, bir garaj, 4-5 odalı bir ev tahsis etmişti. Ancak bunları devleti yöneten kişiler, bunların maliyet fiyatının yarısını, 20 yıl içerisinde ödemek zorundaydı. Öteki yarısı ise, devletin hibesiydi. Devletin verdiği evin alanı 400 metrekare civarındaydı. İşlemesi için çiftçiye verilen toprak alanı ise 25-26- km. kare idi. Tarım uzmanları hangi alanda, hangi ürünün daha verimli olacağını saptayıp bildirmekte; ayrıca sulama, tohum temini ve ilaçlama işleri de görevliler tarafından ücretsiz yapılıyordu. Keza çiftçinin ürettiği ürün, devlet tarafından satın alınıyor veya pazarlanıyordu. Ayrıca tarım alanlarının bulunduğu yerlerde okul, cami, dispanser, su deposu inşaa ediliyordu. Bu durum karşısında Libya’da kentten köye akın meydana gelmişti. Dünyanın her yanında kırsal alandan kente akın olurken, Libya’da tersi bir durum cereyan ediyordu. O aşamada gerçekten köyler daha yaşanılır hale getirilmişti.

Libyalılar otomobil edinme hakkına da sahiptiler. Şahsa ait otomobillerin üzerinde “hususi”, devlete ait olanlarda ise “genel halk” yazılıydı. Bingazi’de otomobil sayısının hızla artışı, halkın hayat seviyesinin yükselmekte olduğunun kanıtıydı.

İÇKİ YASAĞI SÜRÜYORDU

30 eylül akşamı, Libya dış politikasının en önemli kişisi olan Ahmet Şahati’nin resepsiyonu vardı. Güzel yemekler yenildi, şerbetler içildi. Ama Libya’da alkollü içki yasağı hâlâ devam ediyordu. Libya hükümeti, Hıristiyan ülkelerin büyükelçiliklerine içki ithalini serbest bırakmış, ama kendileri gibi Müslüman olan  ülkelerin sefaretlerine yasaklamıştı.

İçki yasağını delerek, kaçak içki satışlarının yapıldığı söyleniyordu. Ama yakalanan kişi hemen cezalandırılıyordu. Yasağı delenlerden birisi de, o yıllarda Libya’da ticaretle meşgul olan Öztürk Serengil’di. Değerli sanatçımız yakalanmış ve hapsedilmişti. Onun kurtarılması için bir hayli çaba harcanmış olduğunu hatırlıyorum.

Libyalılar, Türkiye’ye ve Türkler’e önem veriyorlardı. Nitekim, Bingazi seminerine katılan delegasyonlar içerisinde, en kalabalığı bizim delegasyonumuzdu. Buna rağmen zaman zaman, başka ülkelerden gelenlere daha fazla ilgi gösteriliyor ve onlar daha iyi ağırlanıyorlardı.

O akşam yatmadan önce Kenan Akın, Enver Altaylı ve Halis Evrenos ile birlikte üniversite lokalinde sohbet etmiş, o arada ülkemizin içinde bulunduğu durumu da irdelemiştik.      

YEŞİL KİTAP SEMİNERİ

Uluslararası Üçüncü Evrensel Teori (Yeşil Kitap) Semineri için, tüm İslam ülkelerinden 700 kişi davet edilmişti. Fakat Yugoslavya, Fransa ve Latin Amerika ülkelerinden gelen gayri müslim kişiler de vardı. Gelenlerin büyük çoğunluğu Afrika ve Asya ülkelerindendi. Nedense bu insanların çoğunun nezaket kurallarından haberi yoktu! Örneğin Şahati’nin resepsiyonunda yiyecek içecek almak için, birbirlerine çarpıyorlar, ama özür beyanında falan da bulunmaya gerek duymuyorlardı!... Keza, konakladığımız üniversite misafirhanesinde sabaha kadar bağırıp çığıranlar vardı. Başkalarının odalarına palas pandıras dalanların bulunuşu şaşırtıcıydı! Görülen o idi ki, batı ve doğu arasındaki uygarlık farkı kolay kolay kapatılamazdı!...

Üç gün sürecek olan seminer çalışması 1 ekimde başlamıştı. Ahmet Şahati ve arkadaşları salondaki yerlerini alırlarken, salonda bulunan Libyalılar, Cemahiriye ve Kaddafi’ye övgü marşları, şarkıları söylemişlerdi. Libya milli marşının çalınmasından sonra, bir erkek çocuk Kuran’ı Kerim’den ayet okumuştu. Sunucunun takdim konuşmasını müteakip, Gar Yunus Halk Komitesi Sekreteri açış konuşması yapmış, onu Genel Halk Kongresi Halklarla İlişkiler Komitesi Sekreteri Ahmet Şahati’nin konuşması izlemişti. Şahati aynı zamanda seminerin de başkanıydı.

İlk oturum 14.30’da bitmiş, ikinci oturum 17.00’de başlamıştı.  Arka sıralarda oturuyordum ki, bir ara Muammer Kaddafi sessiz sedasız gelip, oturmuştu. Onun gelişinden hemen hemen kimsenin haberi yoktu. Yapılan konuşmaları dikkatle dinliyordu. Ancak çalışmalara ara verilirken Ahmet Şahati, Kaddafi’nin salonda bulunduğunu söyleyince, herkes ayağa kalkarak, alkışlamıştı.

Verilen aradan sonra Kaddafi başkanlık kürsüsünde, Şahati’nin yanına oturmuştu. O esnada Libyalı gençler de tempo tutarak, liderleri lehine tezahüratta bulunmuşlardı. Tezahürat devam ederken sempozyum üyelerinden bazıları ellerindeki resimleri veya kitapları Kaddafi’ye imzalatmışlardı. Nice sonra Şahati’nin ricası ve Kaddafi’nin el işaret üzerine tezahürat durmuş ve Kaddafi konuşmaya başlamıştı. Bu konuşmada Kaddafi, teorisinin siyaset ve demokrasi bölümleri üzerinde durmuş ve açıklamalarda bulunmuştu. Üçüncü Evrensel Teorisinin en doğru demokratik sistem olduğunu savunan Kaddafi, batılı ülkelerde uygulanan demokratik sistemleri ve komünizmi şiddetle eleştirmişti.

Kaddafi kendisine devlet başkanı dedirtmiyordu ve Cemahiriye sisteminde, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan vb. gibi sıfatlar kullanılmıyordu. Bir ara Fransa’dan gelen bir profesörle yaptığımız görüşmede, adam Yeşil Kitap için, deli saçması, gibi laflar etmiş; ama Kaddafi’nin huzurunda kürsüye çıktığında da, öve öve bitirememişti. Riyakar pek çok insanın ve hele hele akademisyenlerin övgüleri samimi değildi. Ama Kaddafi ve Saddam Hüseyin gibi liderler, bu övgülere aldanarak, kendi hayatlarından olmuşlardı.

Ben Yeşil Kitap’ı birkaç kez, baştan sona okumuştum. Hiçbir konuda tutarlı ve uygulanabilir yan yoktu. Kaddafi, gerçekten bir deli saçması olan bu görüşlerle yola çıkacağına, kralı devirdikten sonra, Libya’ya batılı ülkelerin gelişmelerini sağlayan sistemleri getirmiş olsaydı, bugün yeryüzünde bambaşka bir Libya yer almış olurdu. Oysa o, petrol gelirinden sağlanan parayı, Libya halkının yararına olmayan şeylere harcamış; giderek iyice ölçüyü ve dengeyi kaybetmiş; nihayet sonunu, bizzat kendisi hazırlamıştı!...

O akşam, tüm delegasyonların katılımıyla, müzikli, danslı mükemmel bir yemek yenilmişti. O arada 1978 yılında yardımcı kadın oyuncu dalında, Julie filmiyle sinema oskarını kazanmış olan İngiliz sanatçı Vanessa Redgrave ile tanışmıştık.  

Ertesi sabah Cengiz Çandar’la birlikte kente inerek, bir süre gezip dolaştıktan sonra Kasr-ı Cezire otelinde öğle yemeğini yemiş ve öğleden sonraki seminer çalışmalarını izlemiştik.

Seminerin ikinci gününde, Kaddafi’ye övgü üzerine övgüler düzülmüştü. Bu övgülerden birisi de Vanessa Redgrave’ye aitti. Amerikalı, İngiliz, Fransız vb. akademisyenler de övgü için sıraya girmişlerdi.  Peki bu adamlar Libya’ya iyilik mi ediyorlardı? Bir akademisyen inanmadığı bir şeyi, kürsüden nasıl söyleyebiliyordu?...

Bizim delegasyondan sadece Prof.Dr.Nevzat Yalçıntaş konuşmuştu. Nevzat hocanın konuşması “Ücretler ve işçi işveren ilişkilerinden dengesizlikler” üzerine idi. Bugünkü dünyamızda yaygın olarak uygulanan sisteme değinerek konuşmaya başlayan Nevzat bey, konuyu Yeşil Kitap’a getirerek şunu söylemişti:

“…Yeşil Kitapta çözümler için teklif edilen ‘ücretler değil, ortaklar’ prensibi sağlam ve mahiyeti itibariyle yenidir. İşçinin iş yerinde sadece ücretli olarak değil ve fakat ortak statüsünde görülmesi onun işini kendi malı gibi kabul etmesi neticesini doğuracaktır. Bu ise en azından çalışma münasebetlerindeki ihtilafların doğması ve çözümünde olumlu bir etki meydana getirecektir. İşçinin statüsünü bu hale getirmek ayrıca verimini arttıracaktır. Esasen üretimin toplumsal karakteri onun hiçbir zaman ayrılamaz bir yönü değil midir? Dolayısı ile Yeşil Kitapta ileri sürülen prensip sağlıklı bir görüştür. Bu prensibin uygulamada alacağı şekil tartışılmalıdır.”

Nevzat Yalçıntaş’ın son cümlesi Kaddafi’nin tepkisine neden olmuş; teorisinin iyi anlaşılmadığını söylemişti. Liderin tepkisini çeken bir konuşmayı da Suriyeli bir kadın gazeteci yapmıştı. Yeşil Kitapta kadın haklarına yer verilmediğini söyleyen bu kadın ayrıca, “Suriye’de parti var, ama hürriyet de var” demişti. Oysa Kaddafi partilere karşıydı.