Bir hayal uğruna belki de bir heves uğruna, rengarenk, dopdolu hayatlar feda edilirken bu yalan ve fani dünyada nefes almanın ne kadar saçma ve anlamsız olduğunu ancak her şeyden vazgeçince anlarsın. Ve işte o zaman; anladıkların, anlaşamadığı anılarınla (yaşadıklarınla) sürekli çatışır ve sana yeni bir yol gösterir.
Evet; her yaşanan iyi ya da kötü, acı ya da tatlı bir anıdır, bir canlıdır. Canını incitmişse eğer, acısı alevlenir düşer düşlerine, işler ruhuna istemesen de. Ve ansızın düşer olursun yeniden o kapkaranlık mazinin içine. Ve işte o an daralırsın, çırpınırsın, boğulursun; belki de istemeden bağırır, dua ile beddua arsında kalırsın.
Yine mi dersin, yine ben mi yoksa biz mi dersin? Ve o zaman kalır bir yanın kararsız bir yanın karamsar ve kansız. Ve sonra anlamsız bir anı deyip belki umursamayarak güler geçersin belki de dayanamayarak alır bohçanı bir ömür küser gidersin. Ve sonra inzivaya çekilip yığılır, yıkılırsın, kıvranırsın kuytu bir köşede. Ve istemsiz dalarken yaşlı gözlerin yeniden maziye, bir umut, bir teselli ararsın yanan kor yüreğine.
Bazen toz pembe hayallerle avutmaya çalışırken kendini bazen de görmek ister buğulu gözlerin tozlu albümdeki resimlerini. Ve sen dalıp düşledikçe, anılarından gelen acıların merhamet etmez sana; geçmeyen derin bir iz ve düş kırıklığı bırakır kalan ömrünün her anına. Ve işte o zaman gözyaşlarına boğulursun, cayır cayır yanarsın yeniden; usanırsın, kaçarsın, belki terk ettiğin anılarından belki kendinden belki de anlam veremediğin düşlerinden. Ve sonra bulursun kendini meçhul bir uçurumun uçsuz bucaksız kıyısında. Ve işte o zaman bir yanın bir gün ‘olur’ umuduyla bir ömür koyulur yeniden beklemeye, diğer yanın ise karamsar olup dua eder bir an önce bu yalan dünyadan göçmeye. Ve sonra anlayıp dersin ki: "İz bırakan anılar ölümsüz eserler gibidir"