Öncelikle, Öğretmen Kardeşim Mehmet Ünver ve eşi Öğretmen Gönül Hanım’ın, Öğretmen Öğr.Gör.Oğlum Dr.Deniz Ünver’in Öğretmen Torunum Arda Akın ve eşi Ögretmen Seda Hanım’ın Öğretmen Öğr.Üyesi Torunum Doç.Dr. Özge Öner’in Öğretmenler Gününü kutluyor, onlarla gurur ve onur duyduğumu belirtmek isterim.
Edirne’den Ardahan’a, Trabzon’dan Mersin’e…Kıbrıs’tan İskandinav Ülkelerine, Asya’dan Afrika’ya, Doğu Türkistan’dan Orta Asya’ya Dünyanın her yanında yaşamakta olan tüm dostlarımın Öğretmenler Gününü kutluyorum.
Bilindiği gibi Devletimizin Kurucusu, Milletimizin Kurtarıcısı, eşsiz kahraman Mareşal, Gazi Mustafa Kemal Atatürk 24 Kasım 1928 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Millet Mektebi Talimatnamesi'nin 4. Maddesine göre, "Millet Mektepleri'nin Başöğretmeni” ilan edilmiştir. İşte bu yüzden, O’nun 100.Doğum yıldönümü olan 1981 yılından bu yana 24 Kasım günleri Öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır.
Cumhuriyetimizin kuruluş günlerinde ulu önder Atatürk’ün öngördüğü gibi toplumumuzun her bakımdan ileri gidebilmesi, ulusal değerlerini koruyarak evrensel ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması için gerçekleştirilen aydınlanma devrimlerinden biri de Türk Harf Devrimidir. Şunu da unutmamak gerekir ki Cumhuriyet öncesi kullanılan yazı sistemi Osmanlı aydınlarınca da yoğun
tartışmalara yol açmıştır. Ancak Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün önderliğinde bu konuda daha önce yapılanlar da göz önüne alınarak sürdürülen çalışmalar sonucunda Türkçenin ana yapısına uyum sağlayacak biçimde özel olarak düzenlenen Latin alfabesi oluşturulmuş ve bu yeni alfabenin kullanımı 1 Kasım 1928’de 1343 sayılı kanunla yürürlüğe girmiştir.
Atatürk 10 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu’nda yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Bugün yapmak zorunda olduğumuz çok değerli bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmek. Kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya bütün yurttaşlara öğretiniz. Bunu yurtseverlik, milliyetçilik görevi biliniz. Bu görevi, yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun ancak yüzde onu okuma yazma bilir, yüzdedoksanı bilmezse, bundan insan olanların utanması gerek”.
1 Kasım 1928’de TBMM’nin açılış konuşmasında da şu sözlerle harf devriminin önemini
vurgulamıştır:“Büyük Millet Meclisinin kararıyla Türk harflerinin kesinlik ve yenilik kazanması bu memleketin yükselmesi uğrunda bambaşka bir geçit olacaktır.”
Ulu önderimiz her vesileyle yazıyı değiştirecek devrimi anlatabilmek için yurt gezileri yapmış, yeni yazıyı tanıtmıştır; bu yazının ne denli kolay öğrenilebileceğini belirterek her konuda olduğu gibi bu işte de ulusumuza öncü olmuştur. O günlerde kurulan Millet Mekteplerinin bütün sınıflarındaki vatandaşlarımız kısa sürede okuma yazmayı öğrenmiş, temel yurttaşlık bilgilerini edinmiştir. Başöğretmen Atatürk, yurdumuzun çeşitli yörelerinde eline tebeşiri alıp kara tahta başında bizzat öğretmenlik yapmıştır.
Atatürk her vesileyle uygarlık yolunda aşılması gereken en büyük engelin cehalet olduğunu
vurgulamıştır. Bu nedenle, eğitimin bilimsel ve laik temeller üzerine oturtulması ve ülke koşullarına uygun eğitimle ilgili her konuya önem verilmesi cumhuriyetin temel uğraşı olmuş ve bu büyük davanın önde gelen uğraşıcılarına, yani öğretmenlere, büyük önem verilmiştir.
Büyük Önder, 1925 yılında öğretmenlere hitaben yaptığı bir konuşmasında “Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da bir milleti esaret ve
sefalete terk eder.” sözleriyle milli eğitim alanındaki hedefleri açık seçik ifade etmektedir. Yani, hedef, Türk milletinin bir daha işgal ve esaretle karşılaşmasını engelleyecek bir eğitim biçimini oluşturmak. Böyle bir eğitim biçiminin altyapısını da pek tabii ki bilimi dinden, aklı inançtan
bağımsızlaştırmayı amaçlayan aydınlanma devrimleri oluşturmuştur. Atatürk 1925 yılında yine öğretmenlere hitaben yaptığı bir konuşmada “Bir taraftan genel olarak cehaleti gidermeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal hayatta bizzat etkili iş gören ve verimli uzuvlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta öğrenimin pratik bir tarzda olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkârlara sahip olur. Bittabi milli dehamızı geliştirecek, kültürümüzü layıkolduğu dereceye ulaştırmak için yüksek meslek erbabını da yetiştireceğiz.” Sözleriyle ilk ve orta öğretimde öğrencilere yapabileceklerini, başarabileceklerini yaşayarak öğrenmeleri gerektiğini benimseten bir eğitim sistemini öngörüyordu.
Nitekim bu yaklaşım Türk eğitim sistemi tarihinde kırsal bölgelerdeki öğrenciler için başarılı bir eğitim modeli olan Köy Enstitülerinin temellerini oluşturmuştur. Böyle bir sistemde esas olan salt akademik başarı ve ezici bir rekabet değildir. Öğretmen her öğrencinin farklı bir yeteneği olabileceğini bilir ve bu farklılıkları destekler ki öğrenciler çok yönlü gelişsinler. Pek tabii ki tek tip başarının söz konusu olmadığı bu sistemde öğrencinin kişisel yetenek ve becerilerini
arka plana iten çoktan seçmeli sınavların yerini bilgi ve düşünme becerilerini nasıl kullandığını inceleyen değerlendirme yöntemleri almıştır.
Ebediyete intikal eden tüm öğretmenlerimize Allah’tan Rahmet diliyor; artık emekliye ayrılmış olan birbirinden değerli öğretmenlerimize, bundan sonraki yaşantılarında sağlık…sağlık..sağlık diliyor; fiilen, kutsal görevlerini ifa etmekte olan öğretmenlere de başarılar ve mutluluklar diliyor, Merhum dostum, Şair İlhan Geçer’in şu şiiriyle, bir kez daha öğretmenlerimizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Işık Dalı
Ellerin vardır öğretmenim,
Memleketin alın yazısını yazar.
Dağıtır kopkoyu karanlıkları,
Ellerin yüreklerimizde bahar.
Gözlerin vardır öğretmenim,
İleri ve aydın ufuklara bakan gözlerin,
Boğar ışığını yobazlıkların,
Mutlu yarınlar, muştular
Sıcak ve derin.
Yüreğin vardır öğretmenim,
İçinde ne kötülük, ne karanlık, ne de kin.
Sevgiyle, iyilikle, bilimle dolu,
Hep vatan için çarpan yüreğin.