Yok olmak, ne kadar acı ve korkunç bir kelime değil mi?  Bir varlığın birden bire yok oluşu, bir daha olmayışı yeryüzünde. Kulakları sağırlaştıran, gözleri körleştiren, akılları yitiren, bedeni ölüm korkusuyla saran yok oluşlar… Hem de tarifsiz acı kayıplarla yok olmak ansızın…

Bir daha görememek, konuşamamak, koklayamamak, sevip de sarılamamak hasret giderircesine… Zor ve ağır gelir insanlara ansızın yok oluşlar, acı kayıplar, henüz erkendir bize asla gelmez dediğimiz acı ve kifayetsiz ölümler…

Bir başlangıcın sonudur, ulaşılmayan hayallerin son rötuşlarıdır ölüm denilen yok oluşlar, Gölgesi gibi, aldığı nefesi gibi peşini asla bırakmaz ölüm insanların.  Ne zaman, nerede, nasıl geleceği bilinmez ölümün. Ölüm ve kayıplar davetsiz bir misafiridir insanların.  

Ölüm çaldı mı kapını; açmazlık yapamazsın, aykırı davranamazsın, yakıştıramazsın çünkü kendine, adetlerine, göreneklerine ve de inançlarına.  Koşa koşa açarsın o kapıyı sonuna dek ve sonra da ikramda bulunursun…

Asla kaçamazsın, kaçamayız kayıplardan, yok olmaktan ve de hepimizin bir gün tadacağı ölümden…  Saklanamazsın, alıp atamazsın ölümü, ölümden küsüp de terk edemezsin ölümü; çünkü doğarken vurulmuştur bir kere bir mühür gibi her faninin aciz bedenine.

Bir sevgi gibi, bir özlem gibi, bir umut gibi, bir kalp gibi, bir beden gibi arada bir unutsak bile ölümü taşıyor omuzlarında bedenimiz.  Hep yanımızdadır, yanı başımızdadır ölüm; bir yar gibi, bir sevgili gibi, bir evlat gibi, bir ana baba gibi…

Kah hafif kah da altından kalkılmaz bir yük misalidir ölüm her insanın omuzlarında…   Yol uzunsa yok oluşlar, acı ve ansızın kayıplar da çok olur, çoğalır taşır ve sonra da gömülür topraktan toprağa…

 Çok yorulur insan altından kalkılamaz denilen o ağır yükü taşımaktan… Yorulduk, bitkin düştük, saparken yoldan çöktü, abandı üzerimize ansızın ölüm… Alıp götürdü hepimizi kendi ellerimizle yapıp, döşeyip, süslediğimiz o boylu poslu, endamlı evler 6 Şubat 2023’te…

Hayallerimizin yaşadığı, çocuklarımızın güle oynaya büyüdüğü evlerin altında kaldık 6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli 10 ilde meydana gelen 7,7 ve 7,6 şiddetindeki deprem felaketinde…   Felakete uğramıştı insanlık, ölüm oksijen olmuştu adeta soluyan soluyana…

Yer yarılmıştı, yıkılmaz denilen süslü ve paha biçilmez binalar, evler artık mezarı olmuştu, hazin sonu olmuştu insanların oluşan yıkıcı felakette…  Yıkılan binaların altında kalmıştık bebeklerimizle, çocuklarımızla, anne babalarımızla, sevdiklerimizle, yakınlarımızla birlikte mışıl mışıl uyurken uykumuzda…  Kimimiz enkazın altında, üstümüze düşen soğuk beton bloklarında yaşamak için ter dökerken, kimimiz uykusunda dahi uyanamadan can verdi…

Deprem felaketinden evvel son kez gördük çocuklarımızı, sevdiklerimizi, ana babalarımızı… Son kez sarıldık çocuklarımıza, sevdiklerimize, hep birlikte bir birimize…Son kez yemiştik, içmiştik ailecek… Son kez okumuştuk çocuklarımıza o akşam masalları, ninnileri, şiirleri, hikayeleri sabah erken kalkıp okullarına gitsinler diye… 

Üşümesin diye son kez örtmüştük üzerlerini çocuklarımızın, sevdiklerimizin ve de kendimizin…  Evet; artık son kez öpüp sarılmıştık çocuklarımıza, sevdiklerimize… Ve ansızın geldi zelzele (deprem) felaketi büyük, küçük bedenler herkesi alıp yuvamız denilen evlerimize, evlerimizin enkazına acımandan gömdü, gömebildiğince…

Sonsuza kadar olmayacaklardı artık hiçbiri yanımızda, yanı başımızda, gözlerimizin önünde…  Artık hepsi fotoğraflarda olacaktı, her şeyleri fotoğraflarda kalacaktı. Onların artık fotoğraflarını seveceğiz, artık fotoğraflarına sarılacağız, artık fotoğraflarıyla konuşup hasbihal edeceğiz gözyaşları içerisinde…  Hayatını kaybedenleri fotoğraflarıyla artık yaşatacağız, kalbimizde artık onlara yeni bir dünya kuracağız…

Artık cani olmuştu başımıza yıkılan katlı kaltlı, şirin şirin, süslü süslü yuvalarımız…  Artık ölüm korkusu saçıyordu hayallerimizin, umutlarımız, anılarımızın hayat bulduğu o güzelim paha bilmez evlerimiz, binalarımız… Artık giremez olduk varımızı yoğumuzu satıp aldığımız o saray misali evlere… Artık kaçar olduk saraya çevirdiğimiz o evlerimizden, evlerimizdeki hayallerimizden, hatıralarımızdan…

Çünkü canlarımız gibi artık hayallerimiz de, umutlarımız da, hatıralarımız da, özlemlerimiz de başımıza yıkılan evlerimizin altında yok olmuştu, ölüp gitmişti çoktan hem de giden sevdiklerimiz gibi hiç vedalaşmadan… Artık canlar da umutlar da, hayaller de, hatıralar da sevdiklerimiz gibi gözü yaşlı kara toprağın olmuştu…  Çünkü artık toprak da ağlıyordu gökyüzü gibi…

Çünkü toprak da gökyüzü de, güneş de ay da artık dayanacak hiçbir mecali kalmamıştı bu yıkıcı felaketin acısına, kayıplarına, aldıklarına…  Toprak aldıklarını geri vermiyor ki gidip isteyeyim canımı, canlarımı, çocuklarımı, sevdiklerimi… Toprak bizden alıp götürdüklerini hiç geri vermiyor ki;  gidip yalvarsam, yakarsam haykırsam hiç durmadan…

Evlerimizi yapboz gibi yapanlar bize hiç acımadı ki, kara toprak bize acıyıp da aldıklarımızı bize geri versin.  Başımıza yıkılan binalarımızı yapanlar da hiç bir zaman vicdan, merhamet yoktu ki, gözü yaşlı toprak da bize acıyıp merhamet etsin…

Gözümüzden sakındırdığımız canlarımız da, kayıplarımız da, hayallerimiz de, umutlarımız da, hatıralarımız da, gözyaşlarımız da (cani müteahhitlerin) ihmallerin kurbanı oldu bu yıkıcı depremde…