Sinemada Sıradanlığın Renkleri

    Uzun zaman önce Jim Jarmusch’un filmlerinden birini izlerken (coffee and cigarettes) bir sahne beni hem çok gülümsetmişti hem de sıradan ama önemsemediğimiz, hayatın basit gördüğümüz ayrıntılarının sinemayı fazlasıyla zenginleştirip doğallaştırdığını, insan-a yaklaştırdığını yine yeniden fark etmiştim. Sahne şöyleydi: Bir kafede, kadın karakter kahvesindeki süt-kahve dengesini bulur, keyifle kahvesini içip önündeki dergiyi okuyacakken garson gelir ve fincana biraz daha kahve ekler.

 

    Tanıdık geldi mi? Çayı bitmeden tazelenenler aramızda mı? Filmin en güzel sahnesinde kanalı değiştirilenler peki? Özene bezene dökülen o tazecik betonlardaki ayak izlerinin sahipleri? Misafirliğe gittiği evde bebeğini zar zor uyutan fakat gıcırdayan kapı terörüyle uyanan bebeğine çaresizce bakan anneler? Mahallede top oynarken topun sahibi çocuğun maç bitmeden topu bir anda alıp gitmesi desem? Evet, bu böyledir. Siz dengenizi bulduğunuzu sanırsınız ama hayat bir şekilde bozar onu. Sizin için önemli olan o şey hayat için çok sıradandır çünkü. Siz hayat için herhangi birisiniz.

 

    Fakat sinema bu konuda hayatla aynı fikirde değildir. Çünkü bilir ki bu renklerle de güzelleşir filmler. Böyle basit ama herkesin görünce ne kadar da bizden dedikleriyle. İzleyici olarak oturduğunuz o koltuklarda bir anda başrol oluverirsiniz çünkü böyle filmlerde. Üstelik basit detaylarla bazen öyle güçlü anlatımlar sağlanır ki sinemada sıradanlığın görkemli tarafını çok daha iyi kavrarsınız. Nuri bilge Ceylan’ın bu hususta yaptığı çok güzel bir somutlamayı paylaşmak isterim: "Biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur."

 

İyi yönetmen, herkesin bakıp geçtiği günlük yaşam akışını bütün detaylarıyla görür, derinleşir ve sıradanlık sanata dönüşür. -Hayat- yönetmenin önünde saygıyla eğilir. Ama yine de gözünüz açılmasın diye size herhangi biri demeye devam eder. Hayatın oyununa gelmeyin, aslında başrol sizsiniz!