Rolünü Yaşayanlar

Al Pacino’nun başrolünde oynadığı Kadın Kokusu filmini izlediniz mi? Ah umarım herkesin cevabı ‘elbette’ olmuştur. Filmi izlerken her bir sahnede Al Pacino’nun oyunculuğuna yine yeniden karşı konulamaz bir hayranlık duyumsayacaksınız. Oynadığı karakter görme engelli olduğu için altı ay görme engelliler okulunda yaşamış ve çekimlerde daima sabit bir noktaya baktığı için gözleri zarar görmüş. Ne oyunculuk ama!

 

Peki ya 76 yapımı enfes bir Martin Scorsese filmi olan Taksi Şoförü’ne ne demeli? Hayatın çirkinliklerine karşı uyumsuz olmayı tercih eden bir karakteri canlandıran Robert de Niro’nun üstün oyuncuk performansıyla büyülendiğimiz filmden söz ediyorum, haklısınız. Sanırım Robert De Niro’nun taksici lisansı alıp iki ay boyunca günde on iki saat taksicilik yaptığını, konuşacağı aksan için özel çalışmalar yaptığını ve psikolojik rahatsızlıkları da araştırdığını eklersem filmin neden aşkın bir film olduğunu anlamak kolaylaşır.

 

Piyanist filminde (adını yazarken bile boğazım düğümlendi) başrol Andrien Brody, oynadığı karakter her şeyini soykırımda kaybettiği için kendi lüks hayatına yüz çevirip rolünde derinleşmiş. Hem de ne derinleşmek!

 

Oyuncular ve rolleriyle ilgili böyle o kadar çok hikaye var ki. Oyunculuğun sadece rolü ezberleyip sahnesi sırasında empati yapmaktan çok daha öte, saygın bir yeri olduğunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz duydukça, okudukça. Her yeni rolle yeni bir insana dönüşen; fiziksel ve psikolojik anlamda rolün ruhunu büyük bir incelikle inşa eden, türlü metotlarla filmi ve hikayeyi devleştiren oyuncular sinema tarihine isimlerini bin bir emekle kazımışlar. Bir de rolünde yaşayıp rolünü çok içselleştirip hayatını kaybeden, set kazalarıyla aramızdan ayrılan değerli oyuncuları da anmayı unutmamalı. Onların hikayesini yazmaya elim ermedi.

 

Yaptığı iş ne olursa olsun, o işin hakkını en mükemmel şekilde veren insan çok ama çok kıymetlidir. Sinemayı böylesine güzelleştiren, güçlendiren bütün oyunculara ve canlandırdıkları ölümsüz karakterlere sevgiyle sarılıyorum.