Özlenen Çocukluk

Çocukluğu köyde geçenler iyi bilir. Sonsuz özgürlüğe sahipsiniz. Dağlar, dereler, çayırlar, tepeler, göller, çukurlar her şey size aittir. Kimse sizi sınırlandırmaz. İstediğiniz kadar oyun oynar istediğiniz kadar koşar ve istediğiniz kadar eğlenirsiniz. Oyuncak mı? Park mı? Oyun alanı mı hiçbirine ihtiyaç duymazsınız. Çünkü bütün köy hatta köyün çevresi hatta diğer köylere kadar giden yollar, tepeler, bahçeler hepsi size ait. Öyle dört tarafı duvarlarla çevrili alanlar size göre degildir. Ki biz köyün bütün çocuklarıyla toplanıp diğer köylere kadar giderdik. Amaç mı? Amaç yok. Sadece gezmek, görmek keşfetmek, eğlenmek. Anne babalarımızın bizi uyardığını hatırlamıyorum. Evet tehlikeler de vardi.  Ağzı açık su kuyuları, göller, vahşi hayvanlar. Ama biz çok şanslıydık. Köyün çevresindeki bütün kuyuların derinliğini bilirdik ve hiçbiri boğulacak kadar derin değildi. Hepsi insan gücüyle kazılmıştı. Hatta yaz aylarında serinlemek için bu kuyular bizim denizimiz olurdu. Sırayla kuyuya atlardık. Burnumuzu kapatır kuyunun dibine kadar indikten sonra suyun üstüne çikardık.

 

Bazen etrafta su kuyusu bulamazdık. O zaman da en yakın su kaynaklarını araştırmaya başlardık. Bir gün kurumuş bir kuyuyu kaza kaza su çıkartmıştık ve o çamurlu suyu kazaklarımızdan süzerek içmiştik. Zehirli yılanlar da vardı.  Ama bize iyi öğretilmişti. Yılana dokunmazsan yılan sana zarar vermez. Yine de o ürkünç hayvanı görünce arkamıza bakmadan koşarak uzaklaşırdık.

 

Parklara, oyun alanlarına ihtiyaç duymazdık. Oyuncaklardan haberimiz bile yoktu. Her şeyi oyuncak yapardık. Otlardan uzun uzun ipler yapar o iplerden atlardık. Kocaman taşlardan evler yapardık. Bütün böcekler, kelebekler, kaplumbağalar, kurbağalar hatta fareler arkadaşımızdı. Onlardan korkmazdık. Onlara yollar yapar bazen bir karıncayı takip ederdik. Yuvalarına neler taşıyorlar, nasıl işbirliği içinde yaşıyorlar incelerdik.  Bazen düşünüyorum da insanların karıncalardan öğrenecek ne çok şeyi var. 

 

Ama en güzel oyuncağımız çamurdu. Kuruyan derelerin çamurun kıvamı çok güzel olurdu oyuncak yapmak için. Çeşit çeşit şekiller yapardık. Çanak çömlek, insan hayvan figürleri. Sonra bu yaptıklarımızı güneşte kuruturduk. Doğaya uyum sağlardık. Kimse bize öğretmemişti. Nasıl yaşamamız gerektiğini.  Biz doğallığından biliyorduk her şeyi. Kış mevsiminde yine köyün bütün çocukları toplanır karlı dağlara tepelere çıkardık. Öyle üşüteceğiz hasta olacağız diye bir kaygımız yoktu. Karlı tepelerden aşağıya kadar kayardık. Akşam saatlerinde bir evde toplanır yine oyun oynardık.  Kimse oyunlarımıza müdahale etmezdi. Sonsuz bir özgürlüğe sahiptik.

 

Oyunun önemine her zaman değiniyorum.  Ama çocuklarımla ne kadar oyun da oynasam ne kadar doğada zaman da geçirsem kendi çocukluğumu hatırlayınca çok üzülüyorum. Parka gidiyoruz haydi oyna bu saatte eve gideceğiz diyoruz. Eve geliyoruz oyuncakları önüne koyup haydi oyna diyoruz.  Komşu çocuğu gelse azıcık koştursalar alt kattakiler rahatsız olur koşturmayın diyoruz. Al bu kitabi oku, bu oyunu oyna, bu etkinliği yap. Sonra bunlar yetmiyor sosyal medyada paylaşmak için “ El salla, öpücük yolla, kardeşine sarıl, kurabiye ye...”

 

Şimdi çocukluğu neden özlediğimi anladınız umarım. Bütün çocukların özgürce oyun oynadığı, büyüklerin oyuncağı olmadığı çocuk bayramlarının gelmesi dileğiyle.