Düş Kapısı
Henüz küçük bir çocukken, bir ilçede yaşıyorken, mahalleden bir arkadaşım heyecanla yanıma geldi ve anlatmaya başladı:
-Biliyor musun biz dün akşam Diyarbakır’daydık, büyük bir markete gittik, marketin kapısı kendiliğinden açılıyor ve kapanıyordu.
Elbette hemen gözlerimin önünde beliriverdi o kapı. Kocaman taş bir kapı, yanaşıyorum ve açılıyor. Sarı, loş bir ışık görüyorum, elbette kapının ardı çikolata, gofret cenneti. O kadar güzel ki!
İlk planım bir an önce eve çıkıp anneme, babama ısrar kıyamet o kapıya gitmek istediğimi söylemek. Tamam diyorlar Diyarbakır’a doktora gidince sen de gelirsin. Mutluyum, çok mutlu. Bir süre sonra gidiyoruz Diyarbakır’a. Yolda aklımın kapısı açılıp açılıp kapanıyor. En nihayet varıyoruz. Kapıya koşuyorum ama yok. Bir kapı var fakat benim düşümdeki kapı değil ki o, hiç beğenmiyorum gerçek kapıyı. Yaşadığım büyük hayal kırıklığını bugün hala kalbimin derinliklerinde hissediyorum.
Bu anekdotu anlatırken varmak istediğim bir nokta var pek tabii. Dün, bugün ve kuvvetle muhtemel gelecekte de sinemanın beslendiği kıymetli kaynaklardan biri olan kitap uyarlamalarına demir atacağım.
Sinema tarihinin ilk yıllarından bu yana uyarlama filmler bolca yapılmıştır. Okunan o muhteşem kitapları görsel bir sanata dönüştürmekse kuşkusuz çok iyi fikir. Kitap okurken o kahramanları canlandırmayanınız var mı ki? Her birimiz kitap okurken, aslında aklımızdan akıp giden görüntülerin yönetmeni değil miyiz? Kim bilir kaç Raskolnikov, kaç Kürk Mantolu Madonna geçti şu dünyadan. Bunlardan kaçı Dostoyevski’nin Raskolnikovuna benziyordu ki? Sabahattin Ali beğenecek miydi bakalım sizin Kürk Mantolu Madonna’nızı? Ama onlara verebilecek bir yanıtımız olurdu sanırım ve eminim yanıtımız onları gururlandırırdı: “Zihnimin imgeleri bana ait.”
İşte, yönetmen de tam olarak böyle yapıyor. Kitabı filme uyarlarken kendi yaratıcılığını, kitabın onda bıraktığı izleri, araladığı bakış açısını ve daha birçok katmanı çekiyor. Kitap yönetmene ilham perisi oluyor yani. Yeni bir sanat eserine dönüşüyor. Üstelik tür olarak da tamamen başkalaşıyor ve “görsel” sanat eserine evriliyor. Mekândan, oyunculuklara, makyaja, ışığa, sese, kameranın konumlandırıldığı yere kadar birçok farklı sinematografik unsurla harmanlanıyor.
Bu bağlamda “Filmi kitabı kadar güzel değil.” cümlesi hem kitaba hem filme hem yönetmene hem de filme emek eden her bir bireye haksızlık olur. Uyarlama film izlemeye giderken, aklımızın kapılarını yanımızda götürmeyelim lütfen, siz taş bir kapı beklerken, camdan bir kapıyla karşılaşabilirsiniz, tıpkı çocuk ben gibi. O cam kapıdan da sıcacık bir tebessümle girebilirseniz gerçek bir sinema izleyicisi olursunuz...